Sağ – Sol Ayrımı Nasıl Ortaya Çıktı? Sağcı, Solcu Ne Demek?

Sağ-Sol Ayrımının Ortaya Çıkışı ve Anlamı

Sağ-Sol ayrımı, siyasi eğilimleri sınıflandırmakta kullanılan en popüler yöntemlerden biridir.

 

Siyasal eğilimleri sağcılık ve solculuk olarak nitelendirmek, 1789 Fransız Devrimiyle başlayan bir sürecin sonucunda gelişmiştir.  

 

Fransız Devriminin ardından toplanan kurucu mecliste, yenilik taraftarları ve yeni düşüncelerin savunucuları solda, eski düzenden yana olan gelenekciler ve kraliyet yanlıları ise sağda oturmuşlardır.

 

Parlamentodaki fikir ayrılıklarını, sıklıkla bu oturma düzenine atıf yaparak haberleştiren dönemin basını, sol ve sağ kavramlarının siyasal bir terim haline gelmesini sağlamış ve bir süre sonra bu kullanım tüm dünyada yaygınlaşarak, siyasal literatürün ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.

 

Böylece sağ kavramı, gelenekcilikle, devrimci değişikliklere şüpheli bakmakla ve muhafazakarlıkla ilişkilendirilirken; sol kavramı ise devrimcilik, ilericilik, değişim yanlılığı, geleneğe ve dine karşı olan mesafeli duruş ile ilişkilendirilmiştir.

 

Özetle meşhur “sağ-sol ayrımı”, Fransız Devrimi sonrası oluşturulan Kurucu Meclisteki, benzer ideolojiye sahip vekillerin oturma düzeninden ortaya çıkmış metaforik bir kavram olarak dönemin basını aracılığıyla siyasal literatüre sokulmuş ve bir süre sonra tüm dünyada kullanılmaya başlanmıştır.

 

Sağ ve sol kavramları insanlar tarafında uzunca bir süredir, ait olunan bir kimlik ya da karşıdakine yapıştırılan bir etiket olarak kullanılmakla birlikte, içeriği ve boyutları net olarak kestirilemeyen kavramlardır.

 

Bununla birlikte bu kavramların kullanımı günümüzde de devam etmekte olup, günümüz siyasal ideolojileri sağ-sol ayrımına nispetle konumlandırılmaktadır.

 

Günümüzde siyasal ideolojiler, soldan sağa doğru çizilen ve “politik spektrum” olarak adlandırılan hayali bir doğrusal çizgi üzerinde konumlandırılır. Komünizm ve Faşizm sırasıyla sol ve sağ uçları oluşturur. Bu bağlamda onlar “aşırı sol” ve “aşırı sağ” olarak da adlandırılır. Komünizm; devrimci, mevcut düzeni kökünden değiştirmeye yönelik ve eşitlikçi bir siyasal ideoloji olduğu için soldadır. Faşizm ise milliyetçilik, din, gelenek, hiyerarşi ve otorite gibi kavramlara olan vurgusuyla sağda yer alır. 

 

Bu kullanıma paralel olarak, bir de “merkez sağ” ve “merkez sol” kavramları vardır.

 

Merkez Sağ kavramı, genelde faşist politikalara karşı olan ve klasik liberal ya da muhafazakâr ideolojiyi benimseyen siyasal parti ve görüşleri ifade ederken; merkez sol kavramı ise komünist ve sosyalist ideolojiye temkinli yaklaşan ve sosyal demokrat olarak nitelendirilen siyasal parti ve görüşleri ifade etmek için kullanılır.

 

Merkez olarak adlandırılan bu siyasal görüşler, genelde popülist, keskin ideolojik görüşlere sahip olmaktan kaçınan ve geniş kitlelerin desteğini almaya çalışan siyasal partiler ve gruplarca temsil edilmektedir.  

 

Günümüz siyasetinin de genelde bu tarz siyasal partilerce yürütüldüğü göz önünde bulundurulursa, sağ ve sol arasındaki ayrımın giderek muğlaklaştığını ve silikleştiğini söyleyebiliriz.

 

Bu bağlamda ideolojilerin sağ ve sol şeklindeki klasik sınıflandırmasının, günümüz siyasetini anlamakta çoğu zaman yetersiz kaldığını, en baştan belirtmek gerekir.  

 

Türk Siyasal Hayatında Sağ-Sol Ayrımı

Türkiye’de ise sağ-sol ayrımı, Türkiye siyasetini anlamak için daha en başından itibaren yetersiz bir ayrım olarak kalmıştır. 

 

Üstüne üstlük ayrımın taşıdığı handikaplar, söz konusu Türkiye olduğunda daha fazla ön plana çıkmakta ve belirgin bir ayrıma gitmeyi iyiden iyiye zorlaştırmaktadır.

 

Böylece pek çok Batılı kavramda olduğu gibi, sağ ve sol kavramları da Batı düşünce hayatındaki bağlamından önemli ölçüde kopmak suretiyle ülkemize has özellikler kazanmışlardır.

 

Bütün bunların bir sonucu olarak, Türkiye’de sağ ya da sol siyaset yapmak iddiasında olan hiçbir politik çizgi, derinlikli bir anlam kazanamamıştır. Sol kavramsallıktan çıkıp realiteyi yakalayamamış; sağ ise genelde pragmatik bir siyaseti tercih ederek, derinlikli bir teorik alt yapıya kavuşamamıştır.

 

 

Türk Siyasetinde Sağ ve Sol Partiler:


1946’da çok partili siyasi hayata geçen Türkiye’de, sağ-sol kavramlarının yaygın bir şekilde kullanılması 1961 Anayasasının yarattığı özgürlükçü ortamda gelişme fırsatı bulan sosyalist hareketlerle olmuştur.

 

Bu dönemde yükselen sosyalizme karşı reaksiyon alan “milliyetçi, muhafazakâr çevreler” ile “sermaye çevreleri” kendini sağda konumlandırırken; CHP ise geliştirdiği ortanın solu söylemiyle yükselen “aşırı sol” a karşı “merkez sol parti” olma iddiasında bulunmuştur.

 

1960’lı yılların ortalarından itibaren tedavüle giren “ortanın solu” söylemiyle birlikte, o güne kadar kendini açıkça solda veya sağda konumlandırmamış olan CHP, sosyal demokrat bir parti hüviyetine kavuşmuş ve kendini “merkez sol” da konumlandırmıştır.

 

Seçmenlerini dönemin yükselen sol hareketine kaptırmak istememesi ve sosyalist aydınlarca kurulan Türkiye İşçi Partisi gibi siyasal rakiplerin ortaya çıkması, CHP’yi bu dönemde solda konumlanmaya iten temel nedenlerdir. CHP’nin ortaya çıkardığı bu merkez sol çizgi daha sonraki dönemlerde Sosyal Demokrat Halkçı Parti ve Demokratik Sol Parti tarafından da temsil edilmiştir.

 

 

Türkiye’de sağ geleneğe baktığımızda ise, bu kanadın kendine başlangıç noktası olarak genelde Demokrat Partiyi seçtiğini görürüz. Liberal-Muhafazakâr bir siyasal ideolojiyi benimsediğini söyleyebileceğimiz Demokrat Parti, “merkez sağ” bir parti görünümündedir.

 

1960 Askeri müdahalesiyle iktidardan uzaklaştırılan bu çizgi, daha sonraki dönemde Adalet Partisi, Doğru Yol Partisi, Anavatan Partisi ve Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından temsil edilmiştir.

 

Türkiye’de merkez sağın dışında kalmakla birlikte, siyasal tarihimiz açısından oldukça önemli olan iki “sağ çizgi” den daha bahsetmek gerekir.

 

Bu hareketlerden ilki, dini söyleme verdiği ağırlıkla öne çıkan Necmettin Erbakan ve “Milli Görüş Hareketi”; diğeri ise milliyetçi ve Türkçü söylemle ön plana çıkan Alparslan Türkeş önderliğindeki “Milliyetçi Hareket Partisi” dir.

 

Türk Siyasetinde Sağ-Sol Ayrımının Handikapları:


Siyasal literatürde genellikle “sağcı” olarak nitelendirilen bu partilerin hepsi aynı çatı altındaymış gibi görülse de aralarında ciddi ayrılıklar olduğunu belirtmek gerekir.

 

Örneğin “28 Şubat Süreci (1997) bunun en bariz örneklerinden birisidir. Türkiye’de sağ ve sol gelenekten gelen siyasal aktörler (ANAP, CHP/DSP ve Cumhurbaşkanı Demirel) “laik duyarlılık” temelinde, dönemin “sağ” iktidarına (Refah-Yol Koalisyon Hükümeti) karşı ittifak içinde olmuşlardır.

 

 “Türkçü” düşüncenin önemli kalemlerinden Hüseyin Nihal Atsız ise sağcılığı bir terim olarak benimsediği şu satırlarda “din eksenli bir siyaseti” neden sağ siyaset içinde değerlendirmediğini açıklarken, aynı zamanda sağın tüm veçheleriyle neden aynı şemsiye altında değerlendirilemeyeceğini de bizlere göstermektedir: 

 

“Sağ ve solun Türkiye için en doğru tarifi milliyetçilik açısından ele alınarak yapılabilir. Bir parti, milliyetçi olduğu nispette sağcıdır. Milliyetçilikte milli gelenekler mühim olduğundan bu tür partiler milli ahlak bakımından muhafazakârdır. Fakat milliyetçilik, milletin toplu ve fert olarak yükselmesi demek olduğundan milliyetçi bir parti adaletin ve servetin dağıtımı bakımından sosyalistlerin fikirlerine yakın olabilir. Dincilik ve siyasi ümmetçilik, Türklüğü ikinci plana itmek veya var saymamak olduğundan milliyetçiliğe aykırı yahut düşmandır. Bu bakımdan dinciler, siyasi ümmetçiler, hilafetçiler “sağcı” olamazlar. Siyasi ümmetçiler, İslam beynelmileli düşüncesinde olup Türklüğü İslam topluluğu içinde eritmek hülyasına kapılmış olduklarından beynelmilelcidirler ve her beynelmilelci gibi solcudurlar… Sağcı biziz: Türkçüler”

(ATSIZ, Nihal. (1963), “Sağcı Kimdir”, Ötüken Dergisi, Şubat, Sayı 2.)

 

Görüldüğü üzere Atsız, “sağcı” sıfatını kendi temsil ettiği siyasi çizgi açısından benimserken, “siyasi ümmetçi” olarak tanımladığı dinsel siyasal söylemi, “sağcı” olarak kabul etmemektedir.

 

Ancak Alparslan Türkeş liderliğindeki MHP-Ülkücü siyasal geleneğe baktığımızda ise onların “sağcılık” sıfatını genellikle “suçlama” olarak kabul ettiğini ve bu sıfatı büyük ölçüde reddettiğini görmekteyiz. 

 

Nitekim, bizzat Alparslan Türkeş Dokuz Işık adlı eserinde şu satırlara yer vermiştir:

 

“Devlet yetkilileri (…) Ülkücü Gençliğe, Milliyetçi kimselere “Aşırı sağcı” sıfatını takıp hücum etmek alışkanlığından kurtulamadılar. Bu sorumluluların “sağcı” diye kötüledikleri kimseler banka mı soydular? Fidye mi istediler? Konsolos mu öldürdüler? İngilizleri mi kaçırdılar? Yoksa, ordularına 9 saat kurşun mu sıktılar?

Bazı yetkililerin bu kadar açık cereyan eden hadiseleri gördükten sonra hala dil alışkanlığından kurtulamadığı için sol’a karşı tedbirlerini sayıp dökerken velev ki bir kelime bile olsa, milliyetçilere de çatması utanılacak bir basiretsizliktir.”

(Alparslan Türkeş ve Dokuz Işık, Bilge Oğuz Yayınları, s.237)

 

Özetle Türk Siyasal Hayatında gerek sol gerekse de sağ kavramları üzerinden net ve belirgin ayrımlara gitmek oldukça zor ve çetrefillidir. Her iki kavramda Türkiye ölçeğinde, evrensel bağlamından önemli ölçüde koparılmıştır.

 

Türkiye ölçeğinde baktığımızda, kendisini solda konumlandıran CHP’nin tek parti dönemindeki “laikleştirici” politikalarının da etkisiyle, bir kısım halk nezdinde sol, “din düşmanlığına” ya da “dinsizliğe” indirgenmiş; bunun üzerine, bir de 60’lı ve 70’li yıllarda bazı sol hareketlerin giriştikleri silahlı eylemler de eklenince sol, “anarşi” ve “terör” le anılır olmuştur.

 

Bu evrensel bağlamdan kopukluk, Türkiye’deki sağ siyaset algısında da benzeriyle geçerlidir. Türkiye’de sağ, sol muhalif çevrelerce genellikle “dincilik”, “gericilik” ya da “islamcılık” ile anılmaktadır.

 

Bu etiketlerin altında yatan temel neden, Türkiye’deki sağ partilerin genellikle seçmenin dini ve milli duygularından yararlanmak istemesi ve sıklıkla dinsel ve milliyetçi söylemlere başvurarak, dindar ve milliyetçi çevrelerin oyunu devşirmek istemesidir.

 

Bu bağlamda, Türk siyasal hayatında sol, sağ siyaseti genellikle “dincilik” ve “gericilik” ile suçlarken; sağ ise sol siyaseti genelde “din düşmanlığı” ve “anarşi” ile suçlamaktadır.

 

Nitekim ünlü Sosyolog Cemil Meriç, Sağ ve Sol kavramlarının Türkiye siyasetini anlamlandırmaktaki yetersizliğini şu sözlerle ifade etmiştir:

 

“Sol’la sağın yeni bir hüviyetle politikaya sıçrayışı, Fransız İhtilali’yle yaşıt.

Napolyon orduları ihtilalin ideolojisini dünyanın dört bucağına taşır; ideolojisini, yani kelimelerini.

Avrupa, Fransa’nın mirasını muhabbetle benimser… Aynı manevi iklim, aynı içtimaî yapı. Önce burjuvazinin bayrağıdır sol, sonra dördüncü sınıfın… Hürriyettir, terakkidir, müsavattır. Sağa türbedarlık düşer; türbedarlık, yani ezeli değerlerin bekçiliği.

Hangi ezeli değerlerin? İhtilal, istibdadın tasfiyesiydi; müjdeydi, ümitti, gelecekti. Sağ, daima çekingen, daima korkak, daima sevimsizdir. Çekingendir, çünkü maziyi temsil eder; maziyi, yani keyfiliği, kanunsuzluğu. Korkaktır, zira kanlı imtiyazların ve karanlık istismarların mirasçısıdır. Sevimsizdir, hangi mezarlığı ürpermeden seyredebiliriz? Avrupa’nın son iki yüzyıllık tarihi, sol’un zaferleri, sağ’ın hezimetleri tarihidir.

(…)

Sol-sağ… Çılgın sevgilerin ve şuursuz kinlerin emzirdiği iki ifrit. Toplum yapımızla herhangi bir ilgisi olmayan iki yabancı. Solun halk vicdanında yarattığı tedailer: casusluk, darağaçları, Moskova: sağın, müphem, sevimsiz, sinsi bir iki hayal. Hıristiyan Avrupa’nın bu habis kelimelerinden bize ne? Bu maskeli haydutları hafızalarımızdan kovmak ve kendi gerçeğimizi kendi kelimelerimizle anlayıp anlatmak, her namuslu yazarın vicdan borcu.”

Cemil MERİÇ, Bu Ülke, İletişim Yayınları, İstanbul 2017, s.79-81

 

Görüş ve Önerileriniz İçin