Nedenleri ve Sonuçlarıyla Kısaca 1960 Darbesi

27 Mayıs Darbesinin Nedenleri ve Genel Özellikleri

 

Darbenin Ekonomik ve Siyasal Nedenleri:

 

27 Mayıs Darbesi, özellikle 1950’li yılların sonuna doğru gerginleşmeye başlayan siyasal ortamın bir sonucudur.

 

İktidardaki Demokrat Parti’nin Tahkikat Komisyonu ya da Vatan Cephesi gibi antidemokratik girişimleri gerek muhalefet, gerek üniversite, gerekse de ordu içindeki hoşnutsuzluğun artmasına neden olmuştu.

Böylece Demokrat Parti dönemi her ne kadar demokratik bir açılımla başlasa da anti-demokratik yöntemlerle sona eren bir dönem oldu.

 

Demokrat Parti’nin siyasi gücüne dayanarak karşısındaki muhalefeti susturmak için yaptığı baskılar ve yargılamalar kendi sonunu da beraberinde getirdi. 

 

Demokrat Parti iktidarının baskıcı bir rejim kurma girişimine karşı özellikle muhalefetin ve üniversite gençliğinin var gücüyle direnmesi ülkeyi siyasal bir çıkmaza soktu.

 

Silahlı Kuvvetlerin yönetime el koymasının en temel nedeni buydu.

 

Ancak bu siyasal problemlerin yanı sıra ekonomik olarak da kötüye gitmekte olan bir Türkiye, bu hareketin oluşmasının bir diğer önemli nedeniydi. 

1954’ten sonra giderek artan ekonomik sorunlar, temel ihtiyaç maddelerinin temin edilmesinde yaşanan sıkıntılar ve 4 Ağustos 1958 devalüasyonu sonucunda doların 2.80’den 9 liraya çıkması dönemin başlıca ekonomik problemleriydi.

 

Askeri Darbenin Gerçekleştirilmesi:

 

Nihayetinde 27 Mayıs 1960’da Milli Birlik Komitesi adı altında toplanmış bir grup subay, emirleri altındaki askeri birliklerle birlikte Ankara ve İstanbul’daki bazı önemli noktaları ele geçirdi ve Türk Silahlı Kuvvetleri adına yönetime el koyduklarını açıkladı.

 

Darbenin ilk bildirisini komitenin önde gelen ismi ve sözcüsü olan Albay Alparslan Türkeş okudu.

 

Genç subaylar tarafından darbenin başına getirilen Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Cemal Gürsel (Genelkurmay başkanı Rüştü Erdelhun, darbenin başına geçmesi teklifini reddetmiş ve tutuklanmıştı) ise saat 16.00’da radyodan vatandaşlara seslendi.

 

Konuşmasında, demokrat parti iktidarının, çıkarttığı yasalar ve izlediği yöntemlerle “Türk milletini zincire vurmak” istediğini vurgulayan Cemal Gürsel, bu gidişe son vermek için yönetime el koyduklarını açıkladı.

 

Gürsel ayrıca bütün amacının “dürüst ve demokratik nizamı” kurar kurmaz yönetimi milletin iradesine terk etmek olduğunu da belirtti.

 

27 Mayıs 1960 Darbesinin Genel Nitelikleri:

 

27 Mayıs hareketini tanımlamak için ihtilal, inkılap, devrim ve darbe gibi herkesin kendi düşüncesine göre değişen birçok terim kullanılmış olmakla birlikte bu hareket ne “Anadolu İhtilali” olarak adlandırılan Kurtuluş Savaşı anlamında bir ihtilal ne de evrensel düzeyde etkiler doğuran bir “devrim” dir. Ancak 27 Mayıs’ın sıradan bir darbe olarak nitelendirilmesi de mümkün değildir. 

 

Toplum yapısında biriken bir gerilimin, askeri bir kadro eliyle hareket gücü kazanması olarak niteleyebileceğimiz bu hareketin, gerek hazırlık gerekse örgütlenme safhaları zayıf bir görünüm sergiler. Belli bir lideri olmadığı gibi, Demokrat Parti iktidarını tasfiye etmek dışında çok net ve belirgin bir amacı da yoktur. Ayrıca 27 Mayıs hareketinin, ülkenin yüz yüze bulunduğu sosyal ve ekonomik problemleri çözebilmek adına ortaya koyduğu bir eylem planı da bulunmamaktadır.

 

Bu hareketi oluşturan subayların çoğunluğu tarafsız bir yönetimin denetlediği adil ve hür seçimlerin yapılmasının ardından iktidarı tekrar sivillere devretmek niyetindedir.

 

 

1960 Darbesinin Sonuçları

 

Ancak iktidarı sivillere devretmeden önce yeni bir anayasa yapılmasına karar verilmesi ve bu hareketi hukuki bir temele oturtma ihtiyacı, 27 Mayıs hareketini basit bir hükümet darbesi olmanın ötesine taşıdı.

Anayasa Komisyonu ve Raporu ve 1 Numaralı Geçici Kanun:

 

Darbeye hukuki dayanak arama çabalarının ilk sonucu, 28 Mayıs günü darbenin hukuki altyapısını oluşturmak üzere İstanbul’dan getirilen Hukuk Profesörleri’nin hazırladıkları “Anayasa Komisyonu Raporu” dur.

 

Bu raporda, DP iktidarının meşruluğunu yitirdiği vurgulanarak, DP’nin tasfiye edilmesinin meşru olduğu belirtildi. Ayrıca olağanüstü bir yargılama ve yürütme sürecinin de çerçevesini çizen bu hukukçular, askerlerin bundan sonraki faaliyetlerinin de hukuki bir temele oturmasını sağladılar. 

 

Bu girişimin meşruluğu konusunda ortaya konan ikinci belge 12 Haziran 1960 tarihinde çıkartılan ve 1924 Anayasası’nın bazı hükümlerini değiştiren “1 Numaralı Geçici Kanun” dur.

 

Aslında bu kanunu, bir anayasa değişikliğinden çok 27 Mayıs müdahalesiyle fiilen ortadan kalkmış olan 1924 Anayasası’nın yerine konulmuş olan geçici bir anayasa olarak değerlendirmek daha doğrudur.

 

27 Maddeden oluşmakta olan bu kanunun Genel Hükümler başlıklı girişinde, Türkiye Cumhuriyetini korumak ve kollamak görevini orduya veren, Ordu İç Hizmet kanunun 34. maddesine yer verilmiştir.

 

Aynı kanunla meclise ait olan tüm görev ve yetkiler Milli Birlik Komitesine devredilmiş; açıklık ilkesi kaldırılarak MBK’nın görüşmelerinin gizli olacağı kabul edilmiştir.

 

Bir diğer önemli değişiklik ise MBK başkanının “devlet başkanı” sıfatını almasıdır. 

 

Ayrıca yine bu kanunla sabık demokrat parti iktidarının işlediği suçların sorumlularını yargılamak için de bir Yüksek Adalet Divanı kurulmuştur.

 

Yüksek Adalet Divanı tarihimize Yassıada Duruşmaları olarak geçen yargılama sürecini yürütmüş ve bu yargılama sonucunda Menderes, Polatkan ve Zorlu idam edilirken; birçok DP’li çeşitli cezalara çarptırılmıştır. 

Milli Birlik Komitesi:

 

27 Mayıs hareketini yapan subaylar, kendilerine Milli Birlik Komitesi adını vermişlerdi.

 

İçlerinde çok az generalin bulunduğu çeşitli rütbelerdeki 38 Subaydan oluşan Milli Birlik Komitesi’nin başkanlığını, aynı zamanda devlet ve hükümet başkanı da ilan edilen eski Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel yürütmekteydi.

 

Komite içerisinde, 27 Mayıs Hareketini fiilen en yüksek rütbeli subay olarak yürüten Korgeneral Cemal Madanoğlu ve müdahale bildirisini radyodan okuyan Albay Alparslan Türkeş’in ağırlıkları hissedilmekteydi.

 

Ancak yukarıda da belirtildiği üzere, 27 Mayıs hareketinin belli bir lideri ve hedefleri olan bir hareket olmaması, bu hareketi yapan ve Milli Birlik Komitesi’ne dahil edilen subaylar arasında bir görüş birliğinin bulunmamasına yol açmıştır.

 

Nitekim kısa bir süre sonra komite üyeleri arasında iktidarın sivillere bırakılıp bırakılmayacağı gibi hayati konularda görüş ayrılıkları ortaya çıktı ve Komite’nin bu kendi içindeki bölünmüş yapısı, MBK başkanı Cemal Gürsel’in 13 Kasım 1960’ta, iktidarın sivillere bırakılmasına karşı olan 14 üyeyi tasfiye etmesine kadar sürdü.

 

“14’ler Olayı” denilen bu tasfiye ile beraber MBK’ya, iktidarı sivillere bırakmaktan yana olan isimler hakim oldu ve çok partili düzene geri dönüşün yolu açıldı.

1961 Anayasası Hazırlık Çalışmaları:

 

Nitekim bu tasfiyeden tam bir ay sonra 13 Aralık 1960’ta yeni anayasayı yapmak üzere, iki bölümden oluşan bir kurucu meclisin kurulması kararlaştırıldı.

 

Bu meclisin ilk kanadını MBK ikincisi kanadını ise Temsilciler Meclisi oluşturuyordu.

 

Kapatılan DP dışındaki siyasal partilerin yani CHP ve CKMP’nin, illerin, baroların, üniversitelerin, derneklerin, sanayi ve ticaret odalarının, baroların, yargı organlarının belli sayıda temsilciyi kendi aralarından seçmesi suretiyle oluşturulan Temsilciler Meclisi, bu niteliğiyle sivil kamuoyunu geniş ölçüde temsil etmek niyetindeydi.

 

En yaşlı üye Yusuf Tengirşenk’in başkanlığında 6 Ocak 1961’de ilk toplantısını yapan Temsilciler meclisi, bu ilk oturumunda Fevzi Çakmak’dan sonraki Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral Kazım Orbay’ı başkan seçti.

 

Ardından 9 Ocak 1961’de 20 üyeli bir Anayasa Komisyonu oluşturuldu.

 

Bu komisyonun başkanlığına ise Ord. Prof. Enver Ziya Karal seçildi. Komisyon sözcüsü ise Hürriyet Partisi kurucularından Turan Güneş idi.

 

 

Bu komisyon çalışmalarında, MBK’nin İstanbul Üniversitesi’nin hukuk profesörlerinden oluşturduğu Anayasa Komisyonunca hazırlanan Anayasa taslağı esas alırken; Ankara Üniversitesi SBF öğretim üyelerince hazırlanan taslak da yardımcı metin olarak kabul edilmiştir. Bu iki metin de birbirine benzer özellikler taşımaktaydı ve özellikle 1959’da yapılan CHP 14. Kurultayı’nda kabul edilen ilk hedefler beyannamesinden geniş ölçüde etkilenmişlerdi.

 

Çalışmalarını kısa bir sürede tamamlayan Anayasa Komisyonu yeni anayasa tasarısını 9 Mart 1961’de Temsilciler Meclisine sundu.

1961 Anayasasının Genel Özellikleri

 

 

Bu tasarı MBK’da bazı değişikliklere uğradıktan sonra, 27 Mayıs 1961’deki Kurucu Meclis toplantısındaki oylama sonucunda kabul edildi.

 

Ortaya çıkan metne bakıldığında, en çok göze çarpan özelliği, DP’nin sahip olduğu türde bir iktidar tekelinin başka bir partinin eline geçmesini engelleyebilmek için millet meclisinin başka kurumlara dengelenmeye çalışılmasıydı.

 

1921 Anayasası’nda mecliste çoğunluğu elde eden parti neredeyse sınırsız bir hareket özgürlüğüne sahipken, yeni anayasada Cumhuriyet Senatosu adında ikinci bir meclis oluşturulmuş ve bütün yasaların her iki meclis tarafından da onaylanması şart koşulmuştu.

 

Ayrıca, yine bu anayasayla, anayasaya aykırı gördüğü yasaları engelleyebilecek bir anayasa mahkemesi oluşturulmuş; seçim sisteminde de değişikliğe gidilerek Mecliste tek bir partinin ezici bir çoğunluk oluşturma şansı en aza indirgenmek istenmiştir.

 

Bu amaçla;

 

  •  çoğunluk seçim sisteminden nispi temsil sistemine geçilmiş,

 

  •  yargı organları, Üniversiteler ve TRT gibi kurumların özerkliği sağlanmış,

 

  •  Milli Güvenlik Kurulu’nun oluşturulmasıyla, orduya devlet yönetiminde anayasal bir rol verilmiştir.

 

 

Parlamento üzerinde sıkı bir denetimi öngören bu niteliklerinin yanında 61 Anayasanın diğer önemli özellikleri;

 

  •  onun önceki anayasada son derece kısıtlı olan hak ve özgürlükler alanını genişletmesi,

 

  •  hukuk devletinde ihtiyaç hissedilen kurumları getirmesi ve

 

  • devletin sosyal niteliğine ağırlık vermiş olmasıydı.

 

 

Yürürlüğe girebilmesi için meclisten geçtikten sonra bir de halkoyuna sunularak çoğunluk oyuyla kabul edilmesi gereken yeni Anayasa, 9 Temmuz 1961’de halkın oyuna sunulmuştur.

 

%81.5 gibi yüksek bir katılım oranıyla gerçekleşen referandumun sonuçları, yeni anayasaya büyük bir halk desteği öngören askeri yönetimi şaşırtmış; %61.74 evet oyuna karşılık, %38.26 oranında hayır oyu çıkması, gelecekte parlamentoda oluşacak tablonun, 27 Mayıs yönetimi bakımından sıkıntılı olabileceğine dair ilk ipuçlarını vermiştir.

 

1961 Anayasası hakkındaki daha ayrıntılı bilgi için şu yazıyı okuyabilirsiniz:

 

1961 Anayasası: Genel Özellikleri ve Önemli Maddeleri

15 Ekim 1961 Genel Seçimleri ve Sonrası

 

Anayasa’nın bu şekilde kabul edilmesinden sonra, sıra iktidarın sivillere devredilmesine gelmiştir.

 

 

 

 

Demokrat Parti’nin Mirası Meselesi:

 

Bu nokta da askerler açısından en büyük sorun, kapatılan ancak ülkede büyük bir kitlenin desteğini hala kaybetmediği referandum sonuçlarından da kolaylıkla anlaşılabilen, DP mirasını hangi partinin devralacağıdır.

 

Çünkü DP kapatılmış olsa da, bir siyasal partinin tabanına yasak konamazdı. Dolayısıyla, eğer çok partili bir düzen arzu ediliyorsa, bu tabana yönelik yeni siyasal partilerin kurulması kaçınılmaz bir gereklilik olarak ortaya çıkmaktaydı. 

 

Ayrıca Demokrat Parti’nin mirası bir çok siyasetçinin iştahını kabartacak güçte ve büyüklükte bir mirastı.

 

Bu mirası devralmak için kurulan ilk parti Adalet Partisi’ydi. 11 Şubat 1961’de kurulan bu partinin genel başkanı, 27 Mayıs’da III. Ordu Komutanı olan ve 27 Mayıs hareketini en geç desteklemiş olan Ragıp Gümüşpala’ydı.

 

Gümüşpala, 4 Haziran 1960’da Genel Kurmay Başkanlığı’na getirilmiş ancak iki ay sonra emekliye sevk edilmişti.

 

DP’nin mirasını devralmak için ortaya çıkan diğer parti ise YTP yani Yeni Türkiye Partisiydi. Bu partinin genel başkanlığını Ekrem Alican yürütmekteydi.

 

1995’de DP’den ihraç edilen Alican, Hürriyet Partisi’nin kurucuları arasında yer almış; 27 Mayıs ihtilalinden sonra ise Maliye Bakanı olarak kabineye girmişti.

 

Yeni Türkiye Partisi, DP’nin liberal kanadının temsilcisiydi ve Hürriyet Partisi (1955 – 1958) deneyiminin de gösterdiği üzere bu kanadın DP örgütü üzerinde gerçek bir ağırlığı bulunmamaktaydı. Bu kanadı temsil eden isimler, eski liderlerine hala sadık olan pek çok DP’li için, bir anlamda düşmanla işbirliği yapan isimlerdi.

 

Dolayısıyla bu koşullar altında, YTP’nin DP’nin mirasına sahip çıkabilmesi oldukça zor görünüyordu. DP’nin mirasını alması en olası görünen parti AP idi. Nitekim kurulur kurulmaz DP’nin ülke çapındaki örgütünü kullanmaya başlamıştı.

15 Ekim 1961 Genel Seçimleri:

 

Yeni Anayasa’nın kabul edilmesiyle birlikte, 4 Eylül 1961’de Kurucu Meclis lağvedildi ve 15 Ekim 1961 tarihinde seçimler yapıldı.

 

Seçimler neticesinde oyların %48,5’unu DP tabanını temsil eden veya o tabana yakın olan AP ve YTP aldı (sırasıyla 34.8 ve 13.7).

 

1957 seçimlerinde %41 oy alarak hem oy oranını hem de milletvekili sayısını arttırmış olan CHP ise oldukça umutlu girdiği bu seçimlerden birinci parti olarak çıksa da DP’yi temsil eden partilerin oy oranının altında kaldı (%36.7).

 

Seçimlerin ardından Millet Meclisi ve Senatodan oluşan TBMM, 25 Ekim 1961’de ilk toplantısını yaptı ve bu oturumda Cemal Gürsel cumhurbaşkanı seçildi.

 

 

28 Ekimde yapılan oturumda ise, CHP Rize Milletvekili Fuad Sirmen Meclis Başkanı; AP Kayseri Senatörü Suat Hayri Ürgüplü Senato Başkanı seçildi. Çünkü Millet Meclisi seçimleri için nispi temsil sisteminin; senato seçimleri için ise çoğunluk seçim sisteminin uygulandığı bu seçimlerde Millet Meclisi’nde birinci parti CHP olurken; Senato’da ise çoğunluk AP’nin elindeydi.

 

Sonuç olarak, darbe sonrası yapılan ilk genel seçimlerde ortaya çıkan meclis kompozisyonu CHP’nin tek başına iktidar kurmasına yetmiyordu. AP liderliğinde bir hükümet ise, ordu içindeki tepkiden dolayı kurulamıyordu.

 

Böyle bir ortamda koalisyon ya da azınlık hükümetleri şeklindeki hükümetler, 1965 seçimlerine kadar varlığını sürdürecekti.