Neoliberalizm Nedir?

Neo-liberalizm kavramı, özellikle son 30 – 40 yılda politik ve ekonomik tartışmaların merkezine oturmuş durumda. Hatta birçok düşünüre göre neoliberalizm, yaşadığımız dünyayı şekillendiren yegâne ideoloji ve bizler “neoliberalizm çağı” nda yaşamaktayız.    

Peki neoliberalizm ne demek? Liberalizmle arasındaki farklar neler?

Neoliberalizm, özellikle 18. ve 19. yüzyılların hâkim ekonomi anlayışı olan ve temel unsurlarını serbest piyasa ekonomisi ile serbest dış ticaret anlayışının oluşturduğu klasik liberalizmin yeniden doğuşunu ifade eder.

Neoliberalizm, klasik liberalizmin “görünmeyen elini” tekrar dirilten bir ekonomik-politik sistemdir. Neoliberalizme göre piyasa, verimli ve üretkendir. Uzun vadede her zaman dengeyi sağlar. Ayrıca piyasalar demokratik mekanizmalardır.

Bu nedenle neoliberalizm, tıpkı liberalizm gibi bireysel girişimciliği destekler, devletin piyasaya müdahalesine, yüksek vergilere ve ekonomik regülasyonlara karşı çıkar. 

Neoliberalizm Nasıl Doğdu?

Liberalizmin “neoliberalizm” adıyla yeniden doğmasının temel nedeni, onun 20. yüzyılın başlarından itibaren gerek Büyük Buhran gerekse de Birinci ve İkinci Dünya Savaşı gibi olayların etkisiyle hem akademik hem de siyasal düzlemde güç ve itibar kaybetmiş olmasıdır.

Özellikle dünya çapında etkili olan 1929 Ekonomik Buhranının doğurduğu yüksek işsizlik ve yoksulluk sonucunda birçok insan, klasik liberalizmin ekonomik sorunların çözümü noktasında yetersiz kaldığını düşünmüştür.

İşte bu dönemde klasik liberalizmin temel argümanlarından biri sayılan, “devlet müdahalesi olmaksızın piyasanın kendiliğinden tam istihdam düzeyine ulaşacağı fikri” reddedilmiş, liderliğini ünlü ekonomist John Maynard Keynes’in yaptığı yeni bir ekonomi anlayışı ortaya atılmıştır.

Devletin ekonomiye aktif bir şekilde müdahalesini öngören ve Keynesyen Ekonomi olarak adlandırılan bu anlayış, devleti istihdam yaratan ve zenginliği yeniden dağıtan bir aygıt konumuna getirerek, klasik liberalizmin temel devlet anlayışından (gece bekçisi devlet) bir hayli uzaklaşmıştır.

Ancak Sosyal Refah Devleti olarak bilinen bu devlet anlayışı ekonomik doktrinler arasındaki liderliğini uzun süre devam ettiremedi.

Özellikle 70’li yıllarda yaşanmaya başlayan ekonomik krizler sonucunda fatura, devletin mevcut müdahaleci rolüne kesilmeye başlandı.

Böylece liberal ekonomi düşüncesi tekrar güçlenmeye başlarken, nobel iktisat ödülü sahibi iki iktisatçı çalışmalarıyla bu “yeniden diriliş” e öncülük etti.  Bu isimler, Milton Friedman (Chicago Okulu) ve Friedrich August Von Hayek (Avusturya İktisat Okulu)’dir. 

Neoliberalizmin Özellikleri ve Uygulaması

 

1950’li yılların başından itibaren Chicago Üniversitesi Ekonomi bölümü başkanı olan Milton Friedman, ilk etkili kitabı sayabileceğimiz Kapitalizm ve Özgürlük adlı eserinde üç temel öneride bulunur. Bunlar;

  • Hükümetlerin kâr birikiminin önündeki bütün kuralları ve düzenlemeleri kaldırması gerektiği,
  • Devletlerin sahip oldukları varlıkları elden çıkarması ve
  • Sosyal Devlet harcamalarında ciddi bir kesintiye gidilmesidir. 

Friedman’ın “deregülasyon, özelleştirme ve kesintiler” şeklinde formüle edebileceğimiz bu üçlü önerisi, çok sayıda özelliğe sahiptir. Örneğin;

  • Vergiler düşük olmalı,
  • Zengin ve yoksul aynı oranda vergilendirilmeli,
  • Şirketler ürünlerini dünyanın her tarafına özgürce satabilmeli,
  • Emeğin fiyatı da dahil olmak üzere bütük fiyatlar piyasa tarafından belirlenmelidir. 

Bu bağlamda Neoliberal ekonomi anlayışını genel olarak özelleştirme, deregülasyon (ekonomik faaliyetler üzerindeki devlet kısıtlamalarının kaldırılması ya da olabildiğince azaltılması), ülkeler arasında serbest ticaret, küreselleşme sürecine dahil olma, hükümet harcamalarını kısma ve tasarruf etme, özel sektörün ekonomideki ve toplumdaki rolünün arttırma ve vergileri azaltma gibi özelliklerle tanımlanayabiliriz.

Maddeler halinde sıralayacak olursak Neoliberal ekonomi politikası;

  •  Kamu işletmelerinin özelleştirilmesini,
  •  Ekonomideki merkezi devlet düzenlemelerine son verilmesini,
  •  Sanayi ve ticarette serbestleşmeyi,
  •  Özellikle sosyal harcamaların ve yatırımların azaltılması suretiyle kamu harcamalarının kısılmasını
  •  Devletin gerek faaliyet alanı gerekse de personel olarak küçülmesini,
  •  Uluslararası piyasaların gelişebilmesi için küresel sermaye akışı üzerindeki denetimlerin kaldırılmasını ve
  •  Vergilerde indirim yapılması benzeri uygulamaları içerir.

Bahsettiğimiz bu özelliklerden de çıkarılacağı üzere, aslında neoliberalizm ve liberalizm aynı şeydir, aralarında esaslı bir fark bulunmamaktadır.

Nitekim bazı küçük istisnalar dışında hiçbir liberal düşünür, kendisini tanımlamak için “neoliberal” ifadesini kullanmaz.

Kısaca ifade edecek olursak, “neoliberalizm” dediğimiz şey, aslında Müdahaleci Ekonomi Anlayışından (Keynesyen Ekonomi) Klasik Liberalizme dönüşün, yani bir “paradigma değişimi” nin ifadesidir.

Ayrıca bu ifade, genellikle bu paradigma değişiminden rahatsız olanlar tarafından, eleştirel ve pejoratif yani “kötüleyici” anlamlarda kullanılır.

Aşağıda ayrıntılarıyla yer vereceğimiz için bu eleştiriler üzerinde şimdilik durmuyor ve neoliberalizmin devletlerin ekonomi politikalarını nasıl etkilediği konusuna geçiyoruz.

İlk kapsamlı neoliberal reformlar Şili’de uygulanmaya başlandı.

1970’lerin başında ciddi bir ekonomik krizle sarsılan Şili’de askeri bir darbeyle yönetime el koyan Agusto Pinochet, uygulamaya koyduğu ekonomik reformlarla serbest piyasa ekonomisinin gerektirdiği birçok düzenlemeyi hayata geçirdi. 

Ancak neoliberalizmin devletler düzeyindeki uygulamaları, 1980’li yıllarda ABD’de Ronald Reagan ve İngiltere’de Margaret Thatcer’in iktidara gelmesiyle daha geniş bir uygulama alanı bulmaya başladı.

Böylece II. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa ve Amerika’da “devlet, emek ve sermaye arasında varılan kısmi ve geçiçi uzlaşma” ya dayanan refah devleti anlayışı, büyük oranda tasfiye edilmiş oldu. 

İngiltere ve Amerikadaki neoliberal reformların ardından Latin Amerika, Asya-Pasifik ve Ortadoğudaki pekçok ülkenin yanısıra kendisini “komünist” bir rejim olarak tanımlayan Çin de benzer reformlara imza atmaya başladı.

Benzer şekilde ülkemizde de “24 Ocak 1980 Kararları” yla başlayan “neoliberal reform süreci” 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi ve ardından gelen Turgut Özal liderliğindeki ANAP iktidarı döneminde ciddi bir şekilde uygulanmaya başlandı. 

Nitekim Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası, kendilerinden borç almak isteyen pekçok gelişmekte olan ülkede, bu reformların “yapısal reformlar” adı altında hayata geçirilmesini de şart koştu.

Neoliberalizme Getirilen Eleştiriler

Neoliberalizme getirilen eleştirilerin en başında da bu kurumların ABD önderliğinde kurulan ve çalışan kurumlar olması geldi.

Buna göre neoliberalizm, ABD kapitalizmini ve onunla ilişkili ABD kültürünü tüm dünyaya yaymanın bir aracı olarak görüldü. 

Öyle ki neoliberalizm, kimi düşünürler tarafından “Washington Konsensüsü” olarak adlandırıldı. Bu ifade, üçü de ABD’nin başkenti Washington’da yer alan ve neoliberal ekonomi politikalarının belirleyicisi olarak görülen Dünya Bankası, IMF ve ABD Hazinesi FED’e yapılan bir atıftır.   

Neoliberalizme ilişkin getirilen ve genelde Marksist bağlam içerisinde değerlendirilebilicek olan diğer eleştiriler ise kısaca şunlardır: 

  1. Neo-liberalizm, sosyal adalet amaçlarıyla iktisadî büyüme hedeflerini uzlaştıran refah devleti sisteminden radikal bir kopuş anlamına gelir.
  1. Neoliberalizm, piyasayı yüceltir kamusal yarara karşı bireysel çıkarı ön plana çıkarır. Böylece bireyciliği körükler ve toplumsal dayanışmanın azalmasına yol açar.
  1. Sermaye gücü karşısında emek piyasasını esnekleştirir, sendikalaşmanın önüne engeller koyarak işçilerin pazarlık gücünü azaltır ve bu sayede işgücü maliyetlerini düşürmeyi hedefler.
  1. GSYH ve Enflasyon oranı gibi ekonomik parametreleri ön plana çıkarırken; işçi hakları, gelir dağılımı, yüksek eğitime ulaşma olanakları, sağlık hizmetleri vs. gibi sosyal faktörleri göz ardı eder. Böylece toplumda sosyal adaletsizliğin artmasına yol açar.
  1. Neoliberalizmin kamu harcamalarının kısılması ve özelleştirme konusundaki tutumu; özellikle eğitim ve sağlık gibi hayati alanlarda sosyal dengenin bozulmasına yol açar. Böylece birçok dar gelirli vatandaş bu hizmetlerden yeterli derecede yararlanamamaz.
  1. Neoliberlizm, emperyalizmin günümüz şartlarına uyarlanmış halidir. IMF ve Dünya Bankası gibi kurumlar, kullandıkları finansal mekanizmalar sayesinde birçok gelişmekte olan ülkeyi kendilerine ve dolayısıyla da ABD’ye bağımlı kılarak, bu ülkelerin ekonomik kaynakları üzerinde söz sahibi olurlar.
  1. Neoliberalizm, savunduğu ekonomi politikaları nedeniyle insan hayatının tamamen piyasaye endekslenmesine ve bir anlamda tek karar vericinin piyasa olmasına yol açar. Böylece birey sadece “tüketici” sıfatıyla ve tükettiği kadarıyla değerli hale gelir. Bireyin daha fazla tüketmeye, firmanın ise daha fazla “tükettirmeye” odaklandığı böylesi bir sistemde insanın kendisiyle, çevresiyle ve doğayla olan ilişkisi tamamen bozulur. Bu düşünceden hareketle neoliberalizm, günümüzün psikolojik, toplumsal ve çevresel sorunların baş sorumlusu olarak görülür. İklim değişikliğinden, boşanma oranlarının artmasına dek bir çok sorun, neoliberalizmle ilişkili görülür. 
  1. Neoliberalizme getirilen en ağır eleştiri ise, onun bir nevi Sosyal Darwinizm anlayışı olduğu yönündedir. Bu iddiaya göre piyasa koşullarına uyum sağlayanlar hayatta kalırken, uyum sağlayamayanların sistemin dışına itilmesi ve ötekileştirilmesi olağandır.

One Response

  1. Ergun Güngör Aralık 3, 2022

Görüş ve Önerileriniz İçin