İÇİNDEKİLER
12 Eylül 1980 Darbesinin Nedenleri
12 Eylül 1980’de meydana gelen Askeri Darbe, yurtiçinde ve dışında olağan karşılandı.
Hatta Türkiye’nin özellikle 1977 Seçimlerinden sonraki dönemde içine girmiş olduğu ortamı göz önünde tutanlar Ordu’nun duruma el koymasını olumlu bir gelişme olarak değerlendirdiler.
Cinayet ve Siyasal Şiddet Olayları:
Bu dönemde ekonomik bunalım, yaşam pahalılığının artması ve parlamenter mekanizmanın giderek tıkanması gibi sorunların dışında, en ürkütücü olgu, siyasal cinayetler ve şiddet olaylarıydı.
Bu dönemde siyasal nedenlerle öldürülenlerin sayısı günde ortalama 10’a ulaşmış, bu sayı yılın ikinci yarısında iki katına yükselmişti. Örneğin, darbenin hemen öncesinde 9 Eylül günü 21 kişi, 10 Eylül günü 27 kişi bombalı ve silahlı saldırılarda öldürülmüştü. 11 Eylül günü ise İstanbul’da 15-20, Ankara’da ise 50 dolaylarında bombalı paket bulunmuştu.
Birkaç gün önce de Konya’da düzenlenen Kudüs’ü Kurtarma Günü adlı bir etkinlikte, yeşil bayrak dolaştırılmış, bazı gruplar açıkça şeriat istediklerini belirtmişler ve İstiklal Marşının söylenmesini engellemişlerdir.
Bu dönemde, Abdi İpekçi, Gün Sazak, Nihat Erim, Kemal Türkler, Bedri Karafakioğlu, Ümit Kaftancıoğlu, Bedrettin Cömert, Cavit Orhan Tütengil gibi çok değişik çevrelerden ünlü kişiler siyasal cinayetlerin kurbanı oldu.
Ayrıca önce Maraş, ardından da Çorum‘da çıkan mezhepsel temelli şiddet ve katliam olayları da 12 Eylül 1980’e giden yolun önemli kilometre taşlarıydı.
Siyasal İstikrarsızlık:
Şiddet olaylarının yanı sıra ülke siyasal açıdan da oldukça sorunluydu.
TBMM aylardan beri Cumhurbaşkanı seçemiyor ve bu makam Senato Başkanı olan İhsan Sabri Çağlayangil tarafından vekâleten dolduruluyordu. Hükümet ise bir AP azınlık hükümetiydi ve özellikle MSP’nin desteğini çekmesinin ardından her an düşme tehlikesiyle karşı karşıyaydı.
5 Haziran 1977 Genel Seçimlerinde hiçbir partinin tek başına hükümet kurabilecek bir çoğunluğa erişememesi, 80 Darbesine giden siyasal tıkanmanın temelini atmıştı.
1977 Seçimlerine, artan bir anarşi ve yükselen bir yaşam pahalılığı ortamında girildi.
“İç barış ve ucuzluk ” vaat eden CHP, seçimlerde 213 milletvekili çıkartarak birinci parti oldu. Ancak bu rakam, ona tek başına hükümet kurma olanağı vermedi. CHP’nin “Azınlık hükûmeti” denemesinin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından yine AP, MSP, MHP ve CGP’nin, katılmasıyla “İkinci Milliyetçi Cephe” olarak adlandırılan bir koalisyon hükûmeti kuruldu.
Kısa bir zaman içerisinde bunun da eskisinden farklı olmadığı ve ülkeyi ekonomik ve siyasal kargaşadan kurtarmaya yetecek bir programa sahip bulunmadığı kesinlik kazandı. 1977 sonuna gelindiğinde ise AP’den istifa eden bazı milletvekilleri, CGP’den Turhan Feyzioğlu ve DP’den Faruk Sükan’ın da katıldıkları bir koalisyon içinde CHP ile ortak bir hükümet kurmayı kabul ettiler.
1978 başında kurulan CHP-Bağımsızlar Koalisyonu da ilk başta geniş kesimlerde uyandırmış olduğu umutların yersiz olduğunu kısa bir zaman içinde icraatlarıyla gösterdi. Hemen her bağımsıza birer bakanlık verilerek kurulmuş olan bu hükümet, kendi içinde uyumu sağlamaktan uzaktı.
CHP’li Bakanlar bile birbirleriyle rekabet halindeydiler. Üstelik CHP’nin ülkeyi ekonomik bunalımdan çıkarmak üzere elinde belirli bir plan ve program olmadığı da, ekonomiyle ilgili çeşitli bakanlıkların izledikleri tutarsız politikalardan belli olmuştu.
Tek yanlı yaklaşımlar ve devlet aygıtına tam olarak hâkim olamayışın da etkisiyle anarşinin de üstesinden gelemeyen CHP Hükûmeti, kısa zamanda en kararlı muhaliflerinin bile öngörmediği bir ölçüde yıprandı. Ülke kitlesel düzeyde cinayetlerin işlendiği kanlı bir arena haline dönüşürken, ekonomik bunalım doruğa çıktı. Hazinenin döviz rezervleri ise neredeyse yok oldu.
23 Aralık 1978 günü 13 ilde ilan edilen sıkıyönetim, 1979 sonbaharında genişletilmiş olduğu halde anarşi ve terörün önlenmesini sağlayamadı.
Bu durum 14 Ekim 1979’da kısmi Senato seçimleri ve boş olan 5 milletvekilliği için yapılan seçimlerde CHP’nin bozguna uğramasına yol açtı. 5 Milletvekilliğinin tümünü ve 50 senatörlüğün 30’unu AP kazandı ve CHP ancak 12 senatör çıkarabildi. Aynı gün Hükûmet istifa etti. Yeni hükûmeti AP kurdu.
Bu, MSP ve MHP’nin dışardan desteğine dayalı bir azınlık hükûmetiydi. Bu iki parti bu kez Hükûmet dışında kalmışlardı ancak anahtar parti konumlarını kullanmaktan ve bunalımı derinleştirmekten geri kalmadılar.
Bu dönemde MSP ve MHP gibi iki küçük partinin “anahtar” parti konumlarına dayanarak hükümete katılmaları (CHP-MSP koalisyonu; AP-MSP-MHP-CGP’nin oluşturdukları Milliyetçi Cephe hükümetleri) ülkenin siyasal yaşamını oldukça olumsuz bir biçimde etkilemişti.
Bu iki parti hükümette yer almalarının verdiği avantaja dayanarak devleti adeta parsellemişler ve yoğun bir kadrolaşma hareketine girişmişlerdi. Üstelik MHP’nin kendisine bağlı “Ülkücü” örgütler aracılığıyla terör eylemlerinin içinde bulunduğu ve sağ terörü yönlendirdiği kuşkusu da giderek artmaktaydı.
Ancak sırf koalisyonun sürdürülebilmesi adına bu gelişmelere göz yumulmaktaydı.
Ekonomik Kriz:
Ekonomide ise sürekli değişen iktidarlar nedeniyle sorumsuz bir ekonomi politikası izlenmiş ve özellikle AP ile MSP’nin birbirlerine karşı yürüttükleri “sanayileşme” yarışı yüzünden, projesi olmayan, mali kaynağı bulunmamış birçok sözde fabrika ve tesis temeli atılmıştı.
Bu temellerin çoğu, yıllarca o tamamlanamamış bir halde kaldı ya da çok yavaş adımlarla ilerledi.
Bu arada Türkiye’nin dış borçları, bütün cumhuriyet dönemi boyunca alınan borçların toplamının da üstüne çıktı. Özellikle kısa vadeli borçlar tehlikeli bir biçimde büyüdü.
Ülkenin girmiş olduğu bu ekonomik dar boğazı aşmak amacıyla 1980 yılı başlarında, Türkiye’nin ekonomik düzeni açısından yeni bir dönüm noktası yaratacak bir dizi karar açıklandı.
”24 Ocak Kararları” denen bu politikalar, teknik çalışmalarını Başbakanlık Müsteşarı Turgut Özal’ın yönettiği bir ekip tarafından uygulamaya kondu.
24 Ocak Kararları, karma ekonomi anlayışına son veren, ithal ikamesi politikası yerine ihracata dönük bir ekonomik politikayı öngören ve faizlerin enflasyon oranının üzerinde tutulmasını temel alan, ekonomiyi monetarist ve liberal anlayışla yönetmeyi amaçlayan bir ekonomik programdı.
Bu program, kısa zamanda ülkede kısmen bir ekonomik gelişme sağladı. Ancak siyasal durum bu programın gerektiği gibi ve gerektiği ölçüde uygulamasına olanak vermiyordu.
Müdahalenin yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığımız böylesi bir ortamda yapılmış olması nedeniyle, Ordu’nun ülke yönetimine el koyması ve demokratik işleyişi askıya alması, pek çok insan açısından bir kurtuluş olarak görüldü.
Dış Dünyada ise NATO, OECD, IMF, Dünya Bankası gibi kurumlar askeri müdahaleyi sempatiyle karşıladı. Sadece Avrupa Ekonomik Topluluğu (bugünkü ismiyle Avrupa Birliği) içinde bazı çevreler ilke olarak buna karşı çıktılar.
12 Eylül 1980 Darbesinin Sonuçları
12 Eylül Askeri Darbesinin Temel Özellikleri:
Tüm bu koşullar altında ufukta bir kurtuluş umudunun gözükmemesi, tersine bütünüyle felç olmuş bir siyasal ortamda ülkenin her gecen gün daha hızla iç savaşa yaklaşması nedeniyle Silahlı Kuvvetler, 12 Eylül 1980’de yönetime el koydu.
Böylece Cumhuriyet tarihinin üçüncü askeri müdahalesi başladı. Ancak bu müdahale, 27 Mayıs 1960 ve 12 Mart 1971 müdahalelerinden çok daha kapsamlı ve geniş bir müdahale olarak tarihe geçti.
Müdahaleyi gerçekleştiren Milli Güvenlik Konseyi adına televizyon ve radyolardan saat başı okunan bildiride, hareketin amacının ülkede demokratik düzeni yeniden tesis etmek olduğu belirtildi.
Ayrıca yine bu bildiriye göre ordu, görevini tamamlar tamamlamaz kışlasına geri dönecekti.
12 Eylül 1980 Askeri Darbesi, Silahlı Kuvvetler hiyerarşisi içinde, emir-komuta zincirine uygun olarak ve emirle yapıldı.
Darbenin ardından Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ile Kara, Hava ve Deniz Kuvvetleri komutanları Nurettin Ersin, Tahsin Şahinkaya, Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Sedat Celasun’dan oluşan bir Milli Güvenlik Konseyi kuruldu. Konseyin Genel Sekreterliğine Ege Ordusu Komutanı Haydar Saltık atandı. Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, hem MGK’nın Başkanı oldu, hem de Devlet Başkanı ilan edildi. Ayrıca hükümetin en geç on gün içinde kurulacağı duyuruldu.
12 Eylül Askeri Darbesinin Ardından Alınan Önlemler:
Darbeden sonra alınan önlemler arasında şunlar yer almaktaydı:
– Bütün yurtta sıkıyönetim ilan edilmesi,
– Sokağa çıkma yasağı konması,
– Her türlü siyasal faaliyetin durdurulması,
– Parlamentonun ve milletvekili dokunulmazlığının feshi,
– Siyasal partilerin ve her çeşit derneğin faaliyetlerinin ikinci bir emre kadar askıya alınması,
– DİSK yöneticilerinin tutuklanması,
– Sendikal faaliyetlerin durdurulması,
– Grev ve lokavtın yasaklanması,
– Ayrıca dört siyasal partinin genel başkanları, 12 Eylül sabahı Silahlı Kuvvetlerin “güvencesi” altına alınarak ve “kişisel güvenliklerinin sağlanması” gerekçesiyle Ankara’dan uzaklaştırıldı. Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit Gelibolu’daki Hamzaköy askeri tesislerinde yanlarında eşleriyle birlikte bir süre kaldılar.
– Askeri darbenin bir gereği olarak, birçok kurum ve kuruluş Ordu birliklerince denetim altına alındı.
– İstihbarat örgütleri tarafından kimlikleri ve yerleri önceden belirlenmiş çok sayıda “sağcı” ve “solcu” da tutuklandı. Bunların büyük çoğunluğu anarşi ve terör olaylarına katılmak, şeriat devleti kurmak istemek, ırkçılık, bölücülük yapmak gibi çeşitli suçlardan sanık oldular.
1980 Darbesinin ardından ülkenin tekrar çok partili demokratik düzene dönmesi, 6 Kasım 1983’te yapılan ve MGK’nin onayından geçmiş yeni partilerin ve yeni politikacıların katıldığı seçimler sayesinde oldu. Türkiye böylece darbeden yaklaşık 3 yıl 3 ay sonra çok partili demokratik düzene dönmüş oldu.
12 Eylül Darbesi ve İdam Cezaları
12 Eylül askeri müdahalesinin ardından sıkıyönetim mahkemeleri üst üste idam kararları vermeye başladı. İdam cezaları 1972’den beri fiilen uygulanmamaktaydı. Ancak askeri müdahaleyle birlikte verilen idam cezaları da hızla infaz edilmeye başlandı.
Bu dönemde politik eylemleri nedeniyle hüküm alanların yanı sıra, adi hükümlülerin infazları da gerçekleştirildi.
1980-84 arasında toplam 50 kişi asılarak idam edildi. Bunların 18’i sol, 8’i sağ görüşlü ve 23’ü de adi suçtan hükümlüydü. 50. mahkûm ise Ermeni Terör örgütü ASALA’ya mensuptu.
12 Eylül yönetimi, idam cezalarının en azından bir kısmının infaz edilmesi konusunda oldukça kararlı bir tutum takınmıştı. Kenan Evren, Muş’ta yaptığı bir konuşmada “Hainleri asmayıp da besleyecek miyiz? diyerek bu kararlılığını ifade etti.
12 Eylül döneminde toplam 7000 kişinin idamı istendi. Bunların 517’sine idam cezası verilirken, Askeri Yargıtay, bu cezaların 124’ünü onayladı. Son karar, MGK’nındı. MGK 50 sanığın idamını onayladı, geri kalanını ise müebbet hapse çevirdi.
İdam cezalarının infazına 7 Ekim 1980′ de sol görüşlü Necdet Adalı ile sağ görüşlü Mustafa Pehlivanoğlu‘nun Ankara’da idam edilmeleriyle başlandı. İdam cezalarının infazına sonraki yıllarda da devam edildi.
Son infaz 1984 yılında yapıldı ve Türkiye’de 1984’den bu yana hiçbir idam cezası infaz edilmedi.