Burjuva, kelime anlamı itibariyle “kentli, şehirli” demektir.
Latince “burgus (kale burcu)” kökünden gelir.
Ortaçağda şehirler surlarla çevrili olduğundan, buralarda yaşayan insanlar burjuva olarak adlandırılmıştır.
Bu anlama uygun olarak burjuvazinin Türkçe’deki karşılığı “kentsoylu” dur.
Burjuvazi ise bir sosyal sınıfı ifade eden, daha geniş bir kavramdır.
Özellikle Marksist teoride önemli bir yer kaplayan bu kavram, kapitalist toplum biçimindeki sermayedarı, yani kapitalisti ifade eder.
Burjuvazi, işveren olarak işçi sınıfının yani proletaryanın karşısında yer alan toplumsal sınıftır.
Onun en önemli özelliği, üretim araçlarını elinde tutmasıdır.
Böylece, emeğiyle çalışan işçi sınıfını yani proletaryayı kolaylıkla sömürebilir.
Bütün siyasal ve ekonomik gücü elinde bulunduran burjuvazi, “hayatta kalabilmek için emek gücünden başka hiçbir şeye sahip olmayan işçi sınıfı” nı düşük gelirli ve tehlikeli işlerde çalışmaya mecbur bırakır.
Üretilen değerin küçük bir kısmı işçi sınıfına verilirken, büyük bir kısmı, burjuvaya yani sermayedara aittir.
Burjuvanın el koyduğu bu değer “artı değer” olarak adlandırılır ve burjuvanın sürekli artan sermayesinin temelidir.
Marx’ın “burjuva toplumu” olarak adlandırdığı bu düzende devlet de burjuvazinin çıkarlarına hizmet eden bir aygıttan ibarettir.
Rejim farkı olmaksızın her devlet, tek bir sınıfın yani burjuvazinin çıkarlarını temsil eder.
Bu noktadan hareketle, diğer bir ünlü Marksist düşünür ve devrimci Lenin, modern demokrasileri, “burjuva demokrasisi“ ve hatta “burjuva diktatörlüğü” olarak tanımlamıştır.
Özetle burjuvazi kavramı, Marksist teorinin düzeltme hedefiyle ortaya çıktığı bütün sorunların temel kaynağını oluşturur.
Burjuvazi, işçi devrimi sonucunda ortadan kaldırılması gereken sınıftır.
Peki burjuvazi nasıl ortaya çıkmıştır?
Feodal toplum biçiminde temel üretim aracı topraktır.
Dolayısıyla bu dönemin hâkim sınıfı da geniş topraklara sahip olan ve bu topraklarda köylüleri ya da köleleri çalıştıran ve “aristokrat” ya da “soylu sınıf” olarak bilinen toplumsal sınıftır.
Üretim şehirlerden ziyade köylerde yapılır.
Ancak bilimsel devrim ardından gelen teknolojik gelişmeler ve nihayet sanayi devrimi ve makineleşmeyle birlikte, yeni bir toplumsal ve ekonomik düzen ortaya çıkmıştır.
Kapitalizm olarak adlandırılan bu toplumsal düzenin hâkim sınıfı; yeni dönemin üretim araçları olan makinalara ya da fabrikalara sahip olan burjuva sınıfıdır.
Bu sınıf aynı zamanda ticaretle uğraşır ve temel üretim yeri şehirlerdir.
Dolayısıyla burjuvazi; tarım ekonomisinden sanayi ekonomisine, feodal toplumdan kapitalist topluma köy merkezli üretimden şehir merkezli üretime geçişle ortaya çıkmış bir toplumsal sınıftır.
Marx, çizdiği tarihsel şema içerisinde feodal toplumu, kapitalist toplumdan daha geri bir aşama olarak kabul eder.
Bu anlamda, feodalizmden kapitalizme geçişte burjuvazinin ilerici ve devrimci bir rol oynadığını kabul eder. Örneğin Fransız Devrimi, ona göre bir burjuva devrimidir.
Ancak burjuvazinin bu rolü, sadece belli bir tarihsel sürece ve döneme aittir.
Kapitalist toplumsal düzenin kurulmasıyla birlikte burjuvazi, bütün zenginliği kendinde toplayan ve işçi sınıfını yani toplumun geri kalan büyük kısmını sömüren bir toplumsal sınıf konumuna gelmiştir.
Bu nedenle “proletarya devrimi” yoluyla ortadan kaldırılmalı ve önce sosyalist düzen ve ardından da nihayet sınıfsız bir toplumsal yapıyı temsil edecek olan komünist düzen kurulmalıdır.