Türk Milliyetçiliğinin Tarihi, Doğuşu ve Gelişimi

19.yüzyılın sonlarından itibaren ortaya çıkan ve günümüze kadar belli bir süreklilik gösteren Türkçülük, zamanın koşullarına ve gelişmelerine paralel olarak çeşitli dönemlerde belli değişikliklere uğrayarak farklı şekiller almıştır.

 

Türkçülük, Osmanlının millet sistemi üzerindeki egemenliğini yitirdiği bir süreçte, yeni bir siyaset üretme imkânı olarak ortaya çıkmıştır. Özellikle Balkan Savaşları sonrasında Anadolu’da Türk nüfusun artması ve kaybedilen toprakların Osmanlıcılık siyasetini zayıflatması nedeniyle bu dönemden itibaren Türkçülüğe yöneliş hızlanmıştır.

 

Ancak bu dönemdeki Türkçülük anlayışı, ulus-devleti karşılayacak bir model olmaktan ziyade, Osmanlı İmparatorluğunu kurtaracak ve ona yalnızca psikolojik düzeyde yeni bir etnik dayanışma ruhu değil; turan denilen imgesel bölgede yeni bir jeopolitik konum da kazandıracak bir içeriğe sahipti.

 

Ancak bu içerik, Birinci Dünya Savaşı sırasında savaşın gidişatına ve siyasi gelişmelerin seyrine göre değişime uğramıştır. Artık imparatorluğun korunması değil, Türklerin kendi varlığını korumaya yönelik bir siyaset önem kazanmıştır. Bunun için de Anadolu Türklüğü çerçevesinde milli bir kimlik vurgusuna ihtiyaç duyulmuştur.

 

Bu dönemden itibaren Türkçülük, Pantürkizm ve Turancılık gibi kavramlar terk edilerek Türk milliyetçiliği kavramına geçilmiştir. Bu dönüşümde Türkçülük kavramının emperyal ve ırkçı çağrışımlar barındırması dolayısıyla Sovyet-Rusya ile olan yeni koşulların yarattığı zorlayıcılık da etkili olmuştur.

 

Kurtuluş Savaşı sırasında, iç dinamikler açısından gerekli görülen Türk milliyetçiliğinin İslami vurgusu savaşın bitimiyle birlikte terkedilmiştir. Hatta Kemalizm ile eklemlenen Türk milliyetçiliği, Batı medeniyeti dairesinde gerçekleştirilmeye çalışılan yeni siyaset ve dünya görüşü çerçevesinde  anti-Osmanlı temelinde yeniden inşa edilmiş; devletçilikle özdeş hale gelmiştir.

 

Devletin kurucu ideolojisi olan Kemalizm de anlamını bulan bu resmi milliyetçilik anlayışı, devletin sınırları ile sınırlanmış ve irredentist bir özellik taşımamıştır. Bu anlayışın temel nedeni, yeni kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin bekasını tehlikeye atmak istememektir. Bu nedenle resmi milliyetçilik anlayışının dışındaki milliyetçilik anlayışlarına, konjonktürel nedenlerle zaman zaman göz yumulmuş olsa da genellikle tasvip edilmemişlerdir.

 

Yukarıda tarihi süreç içerisindeki doğuş ve gelişimini kısaca incelediğimiz Türk Milliyetçiliği açısından önemli bir kırılma noktası da Sovyetler Birliğinin yıkılması sonucunda Orta Asya’daki Türk devletlerinin bağımsızlığa kavuşmasıdır. Bu gelişme devletin resmi politika düzeyinde de, Türk tanımı içeriğini yeniden ele alıp genişletmesine sebep olmuş ve böylece Türk olmak Türkiye’nin dışında da bir siyasi gerçeklik halini almıştır.

 

Resmi olmayan Türk milliyetçiliğinde ise özellikle 1970’li yıllardan itibaren Türkçülükle Müslümanlık arasındaki bağ öne çıkarılmaya başlanmıştır. Ancak bu süreçte Türkçülükle İslam arasında kurulan bağlantı, Atatürk’ün kurtuluş savaşı sırasında kurduğu ilişkiye benzemektedir. Çünkü her iki ilişkinin niteliği de Türklüğü destekleyecek, güçlendirecek bir araçsallık bağlamında şekillenmiştir.

 

Ancak bu durum 1980’lerden itibaren MHP içerisinde de yeni bir gerilim doğurmuştur. Tartışmalar temelinde devam eden gerilim hareketin bölünmesiyle sonuçlanmıştır. İslam’ı Türklüğü güçlendiren bir öğe olarak gören ve Türk unsurunu merkeze alanlar MHP’de kalırken, Türklüğü İslam’ı güçlendiren bir öğe olarak gören mukaddesatçılar Muhsin Yazıcıoğlu’nun önderliğinde BBP etrafında yeni bir oluşum inşa etmişlerdir.

 

MHP hareketi mukaddesatçıların ayrılmasıyla birlikte resmi ideolojin sahip olduğu milliyetçilik anlayışına biraz daha yaklaşmıştır. Bu yakınlaşma, MHP’nin 1980 öncesinde aralarında silahlı mücadeleye varacak denli bir husumet bulunan DSP ile koalisyon hükümeti kurabilmesine zemin hazırlamıştır. Keza DSP’de “milliyetçi tezlere sahip sol bir parti” olarak Türkiye’de milliyetçiliğin eklemlenmeci özelliğinin önemli bir örneğidir.

 

Sonuç olarak, Türk milliyetçiliği, varlığını sürdürebilmek için her zaman şaşırtıcı düşünce ve siyasi hareketlerle eklemlenerek yeni politikalar geliştirme arayışına devam etmiştir. Çünkü bu özellik, Türkçülük düşüncesinin değişim sürecinde sürekliliğini sağlayan bir geleneğe dönüşmüştür. Ancak her yeni eklemlenme süreci, Türk milliyetçiliğini yeni bir tartışmanın içine sokmuş, tartışmalarda genel olarak yeni arayışları ve kopmaları getirmiştir.