Türk Dış Politikası ve Kıbrıs: Kıbrıs Sorunu Kısaca Nedir?

 

Kıbrıs’ın Stratejik Önemi ve Kıbrıs Sorununun Tarafları

 

Doğu Akdeniz’in en büyük adası olan Kıbrıs, Anadolu, Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Süveyş Kanalı’na hâkim bir noktada olup önemli bir Levant toprağıdır.

 

Bu stratejik özelliğine atıfla “batmayan uçak gemisi” olarak tanımlanan Kıbrıs’a hâkim olan gücün, saydığımız bu bölgeleri de kontrolü altında bulundurması muhtemeldir.

 

Kıbrıs, bu önemli stratejik konumu nedeniyle sadece yerel ve bölgesel değil ama aynı zamanda da küresel boyutları da olan önemli bir sorundur.

 

Kıbrıs ile ilgili küresel oyuncuların en başında tarihsel şartlardan ötürü İngiltere gelirken; 1960’lardan itibaren NATO üyesi iki ülke olan Türkiye ve Yunanistan arasında yaşanan gerginlikten dolayı konuya ABD’de dahil olmuştur.

 

Ayrıca Yunanistan’ın ve özellikle Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin üye olması ile birlikte Avrupa Birliği de Kıbrıs Sorununa taraf olmaya başlamıştır.

 

Kıbrıs meselesine dahil olan bu küresel güçlerin temel meselesi, Doğu Akdeniz ve çevresindeki çıkarlarını korumak ve bu amaçla adanın jeopolitik konumundan yararlanabilmektir. 

 

Tarihsel Süreç İçerisinde Kıbrıs

 

1571 yılında Osmanlı Devleti tarafından fethedilen ve 300 yıl kadar Osmanlı egemenliği altında kalan Kıbrıs, 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşında alınan ağır yenilgiden sonra İngiliz desteğini sağlayabilmek adına, İngiltere’ye kiralandı.

 

Anlaşma hükümlerine göre, Savaş bittikten ve Rus tehlikesi geçtikten sonra adanın Osmanlı devletine iade edilmesi gerekiyordu.

 

Ancak 19. yüzyılın küresel gücü konumundaki İngiltere, en değerli sömürge toprağı olan Hindistan yolu üzerinde bulunan bu stratejik noktayı iade etmeye yanaşmadı ve Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya’nın yanında savaşa girmesiyle birlikte, 5 Kasım 1914 tarihinde adayı ilhak ettiğini açıkladı. 

 

İngiltere’nin yarattığı bu fiili durum, nihayetinde 24 Temmuz 1923’de imzalanan Lozan Barış Antlaşması’nın 20. maddesiyle hüküm altına alındı. 

ENOSİS

 

Kıbrıs meselesini bir kangren haline getirecek olan olaylar ise İkinci Dünya Savaşının ardından başlayacaktı.

 

İngiltere, İkinci Dünya Savaşının ardından bazı sömürge topraklarından çekilmeye karar verince, Kıbrıs’tan da çekilmesi de söz konusu olmuş ve böylece Kıbrıs adasının kime bırakılacağı sorunu ortaya çıkmıştı.

 

Adada çoğunluğu oluşturan Rumlar, Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmasını yani “ENOSİS” i istiyordu. 

 

Nitekim Kıbrıs Rumları, 15 – 22 Ocak 1950 tarihleri arasında Enosis plebisiti yaptı ve oylamada %96 oranında ENOSİS’e destek çıktı.

 

Bu oylamadan sonra Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı için Kıbrıs Rumları ile Yunanistan arasındaki işbirliği giderek arttı.

 

1954 Mayısında İngiltere’den Ağustos ayına kadar adayı kendisine teslim etmesini isteyen Yunanistan, aksi takdirde konuyu BM’ye taşıyacağını ilan etti. 

 

Ancak adadan çekilmek istemekle birlikte, bölgedeki askeri üslerini kaybetmek istemeyen İngiltere; Yunanistan’ın bu isteğini kabul etmedi.

 

Bunun üzerine Yunanistan, meseleyi 16 Ağustos 1954’te BM’ye götürdü ve Kıbrıs halkına “self-determinasyon” hakkının tanınmasını istedi.

 

Yunanistan’ın böyle bir talepte bulunmuştu. Çünkü self determinasyon hakkı tanınırsa, çoğunlukta olan Rumların bu haklarını ENOSİS yönünde kullanacaklarından emindi. 

 

Fakat BM genel kurulu, 14 Aralık 1954’te Yunanistan’ın bu teklifini reddetti. 

 

Bu tarihten sonra Rumlar, adanın Yunanistan’a ilhakı anlamına gelen ENOSİS’i gerçekleştirebilmek adına EOKA (Kıbrıslıların Milli Mücadele Örgütü) adı verilen örgüt eliyle Türklere yönelik kanlı saldırılar düzenlemeye başladı.

 

EOKA’nın giriştiği bu faaliyet, Kıbrıs Türkünü, daha sonra TMT yani Türk Mukavemet Teşkilatı adını alacak olan VOLKAN adlı bir savunma teşkilatı kurmaya yöneltti. 

 

Bu gelişmeler üzerine Türkiye, bir süredir göz ardı etmekte olduğu Kıbrıs sorunu ile ilgili politikasını gözden geçirmeye başladı ve 1950’lerin ortalarından itibaren tutumunu giderek sertleştirdi. 

 

Zürih ve Londra Antlaşmaları

 

Başbakan Adnan Menderes’in talimatıyla Kıbrıs sorunuyla ilgilenmek üzere Fatin Rüştü Zorlu başkanlığında bir Kıbrıs Komisyonu oluşturuldu. Ardından Ağustos 1955’te Türkiye, İngiltere’ye bir nota vererek Kıbrıs’ta Türklerin can ve mal güvenliğinin sağlanmasını istedi.

 

Bunun üzerine İngiltere’nin çağrısı ile Londra’da; Türkiye, İngiltere ve Yunanistan’ın katılımıyla sonuçsuz bir Londra konferansı toplandı.

 

Bu konferansta Türkiye’yi Dışişleri Bakanı Vekili Fatin Rüştü Zorlu temsil etmişti.

 

Nihayetinde İngiltere’nin ve BM’nin de etkisiyle 1959 Şubat’ında Türkiye ve Yunanistan, bağımsız bir Kıbrıs Cumhuriyeti kurulması konusunda 11 Şubat 1959 tarihinde Zürih’te anlaşmaya vardı.

 

Bu antlaşma 19 Şubat 1959’da Londra’da imzalandı. 

 

Türkiye, Yunanistan ve İngiltere ile Kıbrıs Türk ve Rum topluluklarının tarafı olduğu bu antlaşma ile bağımsız bir Kıbrıs Cumhuriyet’i kuruldu.

 

Sonrasında hazırlanan bir anayasa ile adada yaşayan Türk ve Rum toplumlarının hak ve yükümlülükleri ile bunların Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yönetimine katılma şekilleri, şartları ve sınırları belirlenmiş oldu. 

 

Türkiye, İngiltere ve Yunanistan’ın garantör devlet olarak belirlendiği bu antlaşmada;

  • Kıbrıs’ın başkanlık rejimiyle yönetilen bağımsız bir cumhuriyet olması,

 

  • Her üç devletin de Kıbrıs’ta birer garnizon bulundurması ve herhangi bir sorun karşısında adaya müdahale etme hakkı olması,

 

  • Ada Cumhurbaşkanının Rum, yardımcısının ise Türk olması gibi hükümler yer aldı.

 

  • Ayrıca bu antlaşma ile İngiliz askeri bölgelerinin İngiliz toprağı sayılmasıyla İngiltere bölgeden istediğini almayı başardı.

 

Antlaşmanın imzalanmasının ardından 13 Aralık 1959’da yapılan seçimlerde Başpiskopos Makarios Cumhurbaşkanı, Dr. Fazıl Küçük ise, Cumhurbaşkanı yardımcısı seçildi. 

 

Bu gelişmelerin ardından sırasıyla;

 

  • Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Anayasası 6 Nisan 1960’ta kabul edildi,

 

  •  16 Ağustos 1960’ta Kıbrıs Cumhuriyeti bağımsızlığını ilan etti ve

 

  • 24 Ağustos’ta BM’ye üye oldu.

 

Kıbrıs sorununda tarihi bir dönüm noktası olan Zürih-Londra Antlaşmasını, Demokrat Parti’nin Kıbrıs konusunda izlediği dış politikanın önemli bir başarısı olarak göstermek doğrudur.

 

Zira bu antlaşma sayesinde Türkiye, uluslararası hukuk açısından konuya taraf olma hakkı kazanmış (garantör devlet sıfatıyla), Akdeniz’e açılan kapısının kontrolünde söz sahibi olmuştur.

 

1960’da kurulan bu devlet ile ENOSİS ve TAKSİM faaliyetleri yasaklanmış, Kıbrıs sorununun çözümü için BM tarafından önerilen federasyon modeli büyük ölçüde hayata geçirilmiştir.

 

Ancak bu modelin başarısızlığı çok geçmeden anlaşıldı. 

 

Çünkü bu antlaşmalarla ortaya çıkan durum, Yunanistan ve Kıbrıs Rumları tarafından içtenlikle benimsenmemişti.

 

Nitekim Rum tarafı ve Yunanistan, kısa bir süre sonra Türk toplumunun anayasa ile tanınmış haklarını kullanmasına fiili engeller çıkarmaya başladı ve Türklere karşı terör saldırılarına tekrar başladı. 

 

Nihayetinde 1 Ocak 1964’te Makarios, Zürih-Londra anlaşmasını tek yanlı olarak feshettiklerini açıkladı.

 

Johnson Mektubu

 

Bu gelişmelerin yaşandığı günlerde Türkiye’nin girişimleri ile toplanan BM, 4 Mart 1964’te, adaya bir BM Barış Gücü göndermeye karar vermiş; ancak BM barış gücünün varlığı da adada bozulan siyasi dengeyi düzeltemeye yetmemiş ve Kıbrıs fiilen Rumların eline geçmiştir.

 

Bu gelişmeler üzerine Kıbrıs sorunu, 1963-1964 yıllarında Türk dış politikasının temel gündem maddesi olmuş ve garanti antlaşmasının verdiği yetki ile Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahale etmesi gündeme gelmiştir.

 

Ancak ABD başkanı Johnson, Başbakan İsmet İnönü’ye 5 Haziran 1964 tarihli bir mektup göndererek Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesine sert bir üslupla karşı çıktı. 

 

Johnson, siyasal literatürde kendi adıyla anılacak bu mektupta (Johnson Mektubu) ABD tarafından NATO ittifakı çerçevesinde Türkiye’ye verilen silahların Kıbrıs’a müdahale amacıyla kullanılamayacağını, her şeye rağmen Türkiye Kıbrıs’a müdahale ederse ve bu nedenle SSCB tarafından saldırıya uğrarsa, NATO ittifakının 5. Maddesinin işletilemeyeceğini, yani NATO’nun SSCB’ye karşı Türkiye’nin yardımına gelmeyeceğini ifade etti.

 

Sonuçta Türkiye, bu tarihte adaya müdahale edemedi. 

 

Bunun nedeni ise Johnson mektubundan çok Türkiye’nin adaya çıkarma yapabilecek askeri teçhizattan mahrum olmasıydı. 

Kıbrıs Barış Harekatı

 

1967 yılında Yunanistan’da askeri darbe yapılmış ve “Albaylar Cuntası” iktidarı ele geçirmiş; Kıbrıs’taki Rumlar arasında başlayan iktidar kavgası sonucunda EOKA ile Makarios arasında anlaşmazlıklar baş göstermişti.

 

Makarios’un da amacı er ya da geç ENOSİS olmakla birlikte onun daha ince hesaplarla hareket etmesi, Albaylar Cuntası tarafından kabul görmemiş; Kıbrıs’ta bir an önce tam hâkimiyet kurmak isteyen bu cunta, 15 Temmuz 1974’te Makarios’a karşı darbe yapmıştır.

 

Darbe neticesinde Cumhurbaşkanlığına getirilen EOKA’cı Nikos Sampson’un Kıbrıs Elen Cumhuriyetini ilan etmesi, Türkiye açısından tabiri caizse bardağı taşıran son damla olmuştur.

 

Makarios, 19 Temmuz 1974’de BM Genel Kurul’unda yaptığı konuşmada bu darbeyi, Yunanistan’ın Kıbrıs’ı resmen işgali olarak nitelendirdi. 

 

 

Bu gelişmeler üzerine ABD ve İngiltere ile görüşen Başbakan Bülent Ecevit, Kıbrıs’ta eski durumun kurulması için İngiltere ile birlikte müdahale önermiştir.

 

Ancak ABD müdahaleye karşı çıkmış; İngiltere ise konuyu sürüncemede bırakmaya çalışınca Türkiye, garanti antlaşmasının verdiği yetkiyle müdahaleye karar vermiştir.

 

1964’te ABD’nin baskısından çok deniz ve havadan askeri bir hareket için yeterli teknik güce sahip olmadığı için Kıbrıs’a müdahalede bulunamayan Türkiye, 1974’te ada Türklerinin haklarını korumak için ABD ve NATO’dan bağımsız bir tavır geliştirmekte tereddüt etmemiştir.

 

20 – 22 Temmuz 1974 ve 14-16 Ağustos 1974 tarihlerinde Kıbrıs’a yönelik iki askeri harekât gerçekleştiren Türkiye, bu askeri harekâtlar sonucunda Kıbrıs’ı fiilen ikiye bölmüş ve adanın yüzde 40’ını kontrol altına almıştır.

 

Bu askeri harekâtın sonucu olarak 13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti kurulmuş; ancak Rumların adanın tek egemen devleti oldukları tezini ısrarla savunmaları ve uzlaşmaz tutumlarını devam ettirmeleri nedeniyle, Türk halkının Kuzeydeki egemenliğini daha belirgin hale getirmek için 15 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edilmiştir.

 

 

SONUÇ

 

Günümüze kadar devam eden Kıbrıs sorununun, Kıbrıs’ın stratejik önemi bitmediği sürece (ki, kısa, orta ve uzun vade de bu stratejik önem bitmeyecek gibi görünüyor) varlığını ve önemini koruyacağı aşikârdır.

 

Kıbrıs’ta barışın sağlanması önemli olmakla birlikte, Türkiye’nin kendisi için birinci derecede stratejik önemi olan Kıbrıs’ta etkinliğini yitirmemesi de bir o kadar önemlidir.

 

Kıbrıs’ta etkinliğini yitiren bir Türkiye, Ege ve Akdeniz’de de etkinliğini yitireceğinden, Türk Dış Politikası, Kıbrıs’ın Türkiye’nin yaşamsal alanı olduğu gerçeğini göz ardı etmeden bu konuda gereken önlemleri almalı ve uygulamalıdır.

 

 

Kronolojik Olarak Kıbrıs Sorunu

 

1571Kıbrıs’ın Osmanlı Devleti tarafından fethedilmesi.

1878– Kıbrıs’ın İngiltere’ye kiralanması.

5 Kasım 1914 – İngiltere’nin Kıbrıs’ı İlhak Etmesi

24 Temmuz 1923 – Lozan Barış Antlaşması (Türkiye’nin Kıbrıs üzerindeki haklarından vazgeçmesi)

15 – 22 Ocak 1950 – Kıbrıs Rumları arasında ENOSİS plebisiti (%98 oranında ENOSİS yanlısı sonuç çıktı.)

 

1954 Mayıs – Yunanistan, Kıbrıs’ın kendisine verilmesi konusunda İngiltere’ye nota gönderdi.

16 Ağustos 1954 – Yunanistan sorunu BM’ye götürdü.

14 Aralık 1954 – BM genel kurulu Yunanistan’ın isteğini reddetti.

1955 Ağustos – Türkiye, İngiltere’ye nota vererek Kıbrıs’ta Türklerin can ve mal güvenliğinin sağlanmasını istedi.

11 Şubat 1959 – Yunanistan ve Türkiye, bağımsız bir Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması konusunda Zürih’te anlaştı.

19 Şubat 1959 – Zürih’teki anlaşma Londra’da imzalandı.

13 Aralık 1959 – Makarios Cumhurbaşkanı, Dr. Fazıl Küçük yardımcısı seçildi.

6 Nisan 1960 – Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası kabul edildi.

16 Ağustos 1960 – Kıbrıs Cumhuriyeti bağımsızlığını ilan etti.

24 Ağustos 1960 – Kıbrıs, BM’ye üye olmuştur.

1 Ocak 1964 – Makarios, Londra-Zürih antlaşmasını tek taraflı olarak feshetti.

4 Mart 1964 – BM, adaya bir barış gücü gönderdi.

5 Haziran 1964 – Johnson Mektubu

21 Nisan 1967 – Yunanistan’da Albaylar Cuntası yönetime el koydu.

15 Temmuz 1974 – Makarios’a karşı askeri darbe yapıldı. Cumhurbaşkanlığına getirilen EOKA’cı Nikos Sampson Kıbrıs Elen Cumhuriyetini ilan etti.

19 Temmuz 1974 – Makarios, BM genel kurulunda yaptığı konuşmada, darbeyi “Yunanistan’ın Kıbrıs’ı işgali” olarak niteledi.

20 – 22 Temmuz 1974 – Türkiye’den Kıbrıs’a yönelik askeri harekât

14-16 Ağustos 1974 – Türkiye’den Kıbrıs’a yönelik 2. askeri harekât

13 Şubat 1975Kıbrıs Türk Federe Devleti kuruldu.

15 Kasım 1983 – Türk halkının Kuzeydeki egemenliğini daha belirgin hale getirmek için Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edildi.

Görüş ve Önerileriniz İçin