Köken itibariyle Latince “saecularis” ve “saeculum” sözcüklerine dayanan sekülerizm kelimesi, dünyaya ait, dünyevi gibi anlamlara gelir.
Laiklik ve Sekülerlik kavramları her ne kadar birbirlerine özdeş kavramlar gibi görünse de, aslında iki farklı kavramdır.
Laiklik ve Sekülerizm farkı için en başta şunu söyleyebiliriz: Laiklik kavramı devlete, Sekülerlik kavramı ise topluma ve bireye ilişkin bir kavramdır. Bu bağlamda laiklik bir devlet politikası iken, sekülerlik ise toplumun ya da bireyin bir niteliği/özelliğidir.
Bilindiği üzere din, feodal toplumları yani tarım toplumlarını bir arada tutan temel ideolojidir. Bu nedenle feodal kalıntılar taşıyan toplumlardaki din-devlet ilişkileri ile feodal kalıntılarını tasfiye etmiş toplumlardaki din-devlet ilişkilerinin aynı olması beklenmez.
Birinci tip ülkelerde dinin denetim altında tutulması ve devlet yönetimine etkisinin en aza indirilmesi esastır. Bu durum “laikleştirme politikası” olarak bilinir.
İkinci tip ülkelerde ise devletin laiklik politikası izlemesine gerek yoktur, çünkü bu devletlerde, devletin dinsel ilkelere göre yönetilmesini savunacak feodal kalıntılar hali hazırda çoktan tasfiye edilmişlerdir. Diğer bir ifadeyle bu toplumlar artık “sekülerleşmişlerdir”.
Özellikle İngiltere ve 1900’lü yılların başından itibaren Fransa, bu sekülerleşmiş toplumlara birer örnektir.
Laiklik düşüncesinin doğduğu yer olarak kabul edilen Fransa, 1789-1905 yılları arasında uyguladığı laiklik politikası sonucunda toplumunu sekülerleştirmiştir. Bu süreç sonunda kilisenin yani dinin, devlet yönetimi üzerinde herhangi bir etkisi (potansiyel düzeyde dahi olsa) kalmamıştır.
Bu bağlamda bir devlet politikası olarak laikliğin amacını henüz seküler aşamaya geçememiş toplumlarda, dinin devlet yönetimine müdahalesini önlemek ve seküler bir toplum yaratmak olarak özetleyebiliriz.
Sekülerleşme ise yukarıda da bahsettiğimiz gibi dinin topluma etki etme gücünün göreceli olarak azalması olayıdır.
Özellikle 15. ve 19. yüzyıllar arasında Avrupa toplumlarında ortaya çıkan çeşitli dinamikler, bu toplumların günlük yaşamlarında dinin etkisinin azalmasına yani sekülerleşmeye yol açmıştır.
Rönesans, Reform, Aydınlanma Çağı, Kapitalizm ve Kentleşme bu dinamiklerin en başında yer alır. İşte bu dinamikler dini kurumların, dini düşünüş şeklinin ve dini pratiklerin toplum üzerindeki gücünü azaltarak seküler toplumlar yaratmışlardır. Böylece dinin devlet ve toplum yaşamındaki gücü önemli ölçüde yitirilmiştir.
Bu bağlamda Laikliği, bu dinamikleri kendiliğinden geliştiremeyen, Batı toplumlarının ulaştığı siyasal, sosyal ve ekonomik düzeyi yakalayamamış toplumlarda, devlet eliyle girişilen, yasalar ve kurumsal düzenlemeler yoluyla oluşturulmaya çalışılan bir sekülerleşme çabası olarak tanımlayabiliriz.
Ancak buradan hareketle, sekülerizmi dinsizleşmek ya da inançsızlaşmak olarak anlamamak gerektiğini de vurgulamak gerekir.
Keza sekülerleşmeden kasıt, dinsel inançtaki artış ya da azalış değildir.
Bir birey oldukça seküler bir hayat yaşarken, yani toplumsal hayatında dinsel normlara göre hareket etmezken, özel yaşamında dine ve yaratıcıya inanabilir, dinsel ritüellerde bulunabilir.
Bu bağlamda sekülerizm ile kastedilen asıl şey, dinin toplumsal ve siyasal yaşamdaki etki etme gücünün azalmasıdır.
Özetleyecek olursak; laiklik devlete, sekülerizm ise topluma ilişkin kavramlardır. Bu kapsamda örneğin, “laik birey” ya da “laik toplum” gibi bir ifadeler yanlıştır. Laik olan devletlerdir. Bireyler ve toplumlar ise sekülerdir.