Ekümenik Nedir? Ne Demektir? Fener Rum Patrikhanesinin Ekümeniklik İddiaları

 

Fener Rum Patrikhanesinin Tarihçesi

 

 

Küçük bir kilise iken İstanbul’un Bizans imparatoru Konstantin tarafından başkent ilan edilmesiyle birlikte önce imparatorluk kilisesine ardından da Roma kilisesi ile eşit bir statüye getirilmeye çalışılan Fener Rum Patrikhanesi,  Hristiyan ilahiyatı açısından sadece havariler tarafından kurulan Kiliselere verilmesi gereken Ekümenik statüsünü, tamamen siyasi bir tasarrufun sonucunda elde etmiştir.

 

 

Türkçe karşılığı “evrensel” anlamına gelen bu kelime, pratikteki anlamıyla aralarında ast-üst ilişkisi bulunmayan Ortodoks kiliseleri arasındaki bir nevi koordinatörlük görevini üstlenen kiliseyi tarif eder. 

 

Siyasi otoritenin yanı sıra dini otoriteyi de başkentte toplamak isteyen Bizans, Fener Rum Patrikhanesi’ne verdiği güç ve destekle bu kilisenin ekümenik bir kilise olduğunu iddia etmiş ve bu suretle diğer Hristiyan kiliseleri üzerinde hâkimiyet kurmaya çalışmıştır.

 

 

Yani Fener Rum Patrikhanesinin ekümeniklik statüsü, dini ve ilahi gerekçelerden değil tamamen Bizans’ın siyasi emellerinden kaynaklanmıştır.

 

Bizans’ın yıkılmasıyla bu statüyü kaybetmesi beklenen Patrikhane, yine tamamen siyasi gerekçeler nedeniyle bu statüsünü sürdürebilmiştir. İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet, patrikhaneyi yok etmek yerine onu diri tutmayı ve bu sayede yayılma alanı olarak gördüğü Avrupa topraklarında Hristiyanlığın bölünmüşlüğünden faydalanmayı hedeflemiştir.

 

 

Ancak Fatih’in bu stratejisi, Osmanlı Devleti’nin zayıflamaya başlamasıyla tersine dönmüş ve Patrik, imparatorluğun parçalanması için aktif bir biçimde çalışmaya başlamıştır.

 

Örneğin 1821 Mora İsyanı sırasında, isyanı destekledikleri için Rum Patriği V.Çrigoris ve üç Rum Metropoliti yargılanarak idam edilmişlerdir. Patrikhane bu idamlara bir tepki olarak kapattığı orta kapısını hala açmamıştır.  

 

 

Patrikhanenin Milli Mücadele ve Sonrasındaki Tutumu ve Faaliyetleri

 

Patrikhanenin İmparatorluğu parçalamaya yönelik faaliyetleri Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele sırasında en üst seviyeye çıkmıştır. Mondros Mütarekesi ile Anadolu’nun paylaşılması için önemli bir fırsatın doğduğuna inanan Rum Patrikhanesi,

 

  •  İstanbul’da bulunan kilise binalarına Yunan bayrakları asarak,

 

  •  Anadolu’daki kiliselere Türk hükümetiyle bütün ilişkilerinin bittiğini belirten bir bildiri göndererek,

 

  •  İstanbul’da, Anadolu’da ve Trakya’da ortaya çıkan çete faaliyetlerinde Rum çeteleri için silah deposu ve adeta bir eğitim yuvası gibi hareket ederek ve ayrıca

 

  •  Yunanistan’dan getirilen Rumların Anadolu’ya sokulmalarında ve Pontus Devleti oluşturulması çalışmalarında önemli roller oynayarak açıkça düşmandan yana bir tavır sergilemiştir.

 

 

Patrikhane bu tutumu nedeniyle M. Kemal’in Lozan’da izlenecek politikayı anlatan bir konuşmasında “fesat ocağı” olarak adlandırılmıştır.

 

Konuşmasında Rum Patrikhanesi için Türkiye’nin kendi arazisi üzerinde bir sığınak göstermeye mecbur olmadığını vurgulayan M. Kemal, bu fesat ocağının hakiki yerinin Yunanistan olduğunu belirtmiş ve Lozan’a gidecek Türk heyetine de bu yönde bir talimat verdiğini açıklamıştır.

 

 

Ancak başta İngiliz heyeti başkanı Lord Curzon ve diğer Batılı ülkelerin ısrarı nedeniyle ülkeden çıkarılamayan patrikhane, kesinlikle siyasetle uğraşmaması ve sadece Türkiye Cumhuriyeti devletinin vatandaşları olan Rum ahalinin dini işleriyle ilgilenmesi kaydıyla ülkemizde kalmıştır.

 

Ancak bu kayıt sadece tutanaklarda kalmış ve antlaşma metnine girmemiştir. Dolayısıyla Lozan Barış Antlaşmasında Patrikhanenin statüsünü açık bir şekilde belirten ve bu konuyu doğrudan ilgilendiren herhangi bir madde mevcut değildir.

           

Patrikhanenin Günümüzdeki Statüsü ve Faaliyetleri

 

Bugün Patrikhane ile ilgili olarak, Lozan’ın azınlık haklarına ilişkin genel hükümlerinin dışındaki tek yasal düzenleme, İstanbul Valiliği’nin 1923 yılında patrik seçimlerini denetlemek üzere dini meclise göndermiş olduğu 1092 sayılı Valilik Genelgesidir.

 

Bu genelgeye göre patrik seçilecek adayların Türkiye vatandaşı olmaları ve seçim sırasında Türkiye sınırları içerisinde görev yapmaları bir zorunluluktur.

 

Patrik bu zorunlu şartları taşıyan ve İstanbul Valiliği makamınca onaylanan isimler arasından seçilir. Seçilecek patriğin Eyüp kaymakamlığına bağlı bir dini görevli olmak dışında herhangi bir statüsü yoktur.  

           

Dolayısıyla Türkiye için Patrikhane sadece Türkiye’nin gayrimüslim vatandaşlarının bir ibadethanesi, Patrik ise bu ibadethanenin başıdır. Ancak hiçbir dönemde bu statüyü kabule yanaşmayan Patrikhane, bugün de İstanbul’da yaşayan az sayıdaki gayrimüslimin ibadethanelerinden biri gibi değil, dünya üzerindeki tüm Ortodoksların lideri gibi hareket etmektedir.

 

Patrik gerek internet sitesinde gerekse uluslararası faaliyetlerinde Yeni Roma’nın ve İstanbul’un Başpiskoposu ve Evrensel Patriği sıfatını kullanmaktadır.

 

 

Yabancı devlet başkanlarını ağırlayabilen, yabancı devlet başkanlarına nişanlar takabilen Patrik, Avrupa Parlamentosu kürsüsünden konuşabilmekte ve gittiği ülkelerde devlet başkanı protokolü ile karşılanmaktadır.

 

Patriğin uluslararası alanda bu şekilde bir ağırlığının olmasının gerekçesi ise ne ilahi ne de dini nedenlerden kaynaklanır. Bu durumun temel nedeni, Amerika’da yaşan üç milyonluk Yunan Diasporası ve patrikhanenin tıpkı geçmişte olduğu gibi bugün de siyasi gerekçelerle araç olarak kullanılmak istenmesidir.

 

Özellikle,

  •  İkinci Dünya Savaşı sonrasında Rusya’nın Doğu Avrupa’daki Ortodokslar üzerindeki etkisini kırmak isteyen ABD’nin Patrikhaneyi öne çıkarma çabaları,
  •  Patrikhane ile tarihi ve dini bağları olan Yunanistan’ın Türkiye ile olan ilişkilerinde Patrikhaneyi bir koz olarak kullanmak istemesi ve
  • AB’nin Türkiye’nin üyelik sürecinde azınlık hakları ve din özgürlüğü adı altında Türkiye’den Patrikhanenin ekümenik statüsünü tanımasını istemesi, Patrikhanenin sadece Ortodoks dünyasını ilgilendiren dini bir sorun değil, önemli ölçüde siyasi bir sorun olduğunu göstermektedir.

Patrikhanenin Ekümeniklik İddialarının Türkiye Açısından Değerlendirilmesi

 

 

 

Fener Rum Patrikhanesi’nin Ekümeniklik İddiaları, Patrikhanenin Türkiye’de olması, Patriğin de Türkiye’de ikamet ediyor olması ve Türk vatandaşı olması nedeniyle en çok Türkiye’yi ilgilendirmektedir.

 

Çünkü Patriğin yaptığı ve yapmadığı her şeyin sonucu en çok Türkiye’yi etkileyecektir. Bu nedenle Türkiye açısından Patrikhanenin ekümeniklik iddialarının kabul edilemezliği ve tehlikesi açıkça ortadadır.

 

Ekümenikliğin doğal sonucu olarak Patrik, tıpkı Vatikan örneğinde görüldüğü gibi çeşitli ülkelerin din adamları tarafından oluşacak bir konsey tarafından seçilecek ve Patriğin Türk vatandaşı olması da gerekmeyecektir.

 

Aynı şekilde göreve gelmesi ya da görevden alınması da yine bu konsey tarafından yapılacak olan ekümenik patriğin etki alanı siyasi sınırlarla bağımlı olmayacaktır.

 

Patrikhaneyi Türkiye Cumhuriyeti kanunlarının vesayetinden kurtaran böyle bir unvanın Patrikhaneye verilmesi, Türkiye içerisinde uluslararası bağımsız bir dinsel otoritenin ortaya çıkmasına neden olacak ve bu aşamadan sonra Türkiye tarafından kontrol edilmesi olanaksız hale gelen Patrikhane, Türkiye’yi hem iç hem de dış siyasetinde birçok olumsuzluklarla karşı karşıya bırakacaktır.

 

Ayrıca yine tıpkı Vatikan örneğinde görüleceği üzere böylesi bir ruhani kurumun çevresinde dini ataşelikler gibi birçok farklı kuruma da ev sahipliği yapabileceği belli bir merkeze sahip olması gerektiği açıktır.

 

Bu durumun ilerleyen süreçte Türkiye Cumhuriyeti devletinin, patrikhanenin bulunduğu ve sur içi olarak nitelenen tarihi İstanbul şehri üzerindeki tasarruf haklarını da tartışmaya açabilmesi muhtemeldir.

 

Son olarak Patrikhane meselesini incelerken gözden uzak tutulmaması gereken bir başka önemli nokta, Patrikhane ve Yunan milliyetçiliği arasındaki ilişkidir.

 

Birçok yazarın üzerinde uzlaştığı nokta, Yunanlılarda milliyetçiliğin en önemli temsilcisinin kilise olduğudur. Yunanistan’ın bağımsızlığıyla sonuçlanan Mora İsyanında, Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele sırasında Patrikhane’nin rolü ortadadır.

 

Yine bu bağın en güzel örneklerinden biri Kıbrıs sorununda görülmüş; Kıbrıs Ortodoks Kilisesi başpiskoposu Makarios,1960’da kurulan Kıbrıs Cumhuriyetinin ilk cumhurbaşkanı olmuştur.

Görüş ve Önerileriniz İçin