Takrir-i Sükûn Dönemi ve Gelişmeleri

Cumhuriyet tarihimizde, Takrir-i Sükun dönemi 4 Mart 1925 – 4 Mart 1929 tarihleri arasını kapsar. Pek çok gelişmenin yaşandığı dönemin bu isimle anılmasının nedeni, Şeyh Said İsyanını bastırmak amacıyla İsmet İnönü hükümeti tarafından çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunudur.

 

Bu dönem Şeyh Said isyanının bastırılmasının yanı sıra pek çok önemli devriminde hayata geçirildiği bir dönem olması açısından oldukça önemlidir. Takrir-i Sükûn Kanunu, Cumhuriyet tarihinin önemli bir dönüm noktası olarak, uzun bir döneme damgasını vurmuştur.

 

Nitekim, Şeyh Said isyanı üç ay gibi kısa bir süre içinde bastırılmış, ancak Takrir-i Sükûn kanunu dört yıl yürürlükte kalmıştır. Bu durumun temel nedeni, genç Cumhuriyetin kendini yeni tehlikelere karşı korumak istemesi ve özellikle gericilik ve irtica hareketlerinin önüne geçmek isteğidir.

 

Bu kapsamda toplam üç maddeden oluşan Takrir-i Sükûn kanunun ilk maddesiyle hükümete geniş yetkilerle donatılmıştır:

 

İrticaa ve isyana ve memleketin nizam-ı içtimaisi (toplumsal düzen) ve huzur ve sükûnu ve emniyet ve asayişini ihlale bâis (bozmaya yönelik) bilumum teşkilat ve tahrikat ve teşvikat ve neşriyatı (örgütlenmeleri, kışkırtmaları, yüreklendirmeleri ve yayınları), hükümet reisicumhurun tasdikiyle ve re’sen ve idareten men’e mezundur (kendi başına yasaklamaya yetkilidir). İşbu ef’al erbabını (bu eylemleri işleyenleri) hükümet İstiklal Mahkemesine tevdi edebilir.

 

Takrir-i Sükun döneminin ilk gelişmesi, Şeyh Said isyanını bastırmak amacıyla biri isyan bölgesinde (Diyarbakır) diğeri Ankara’da olmak üzere iki İstiklal Mahkemesinin kurulmasıdır. Bu mahkemeler verdikleri kararlarla, önemli gelişmelerin yaşanmasının yolunu açacaktır. İlk karar, Şark İstiklal Mahkemesinin 28 Haziran 1925’de açıkladığı kararla Şeyh Said ve beraberindeki 47 kişi hakkında idam kararı vermesidir.

 

İkinci önemli gelişme, ayaklanmayı dolaylı olarak kışkırttığı gerekçesiyle, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın Urfa teşkilatının sorumlu sekreteri olan emekli Yarbay Fethi Bey’in Şark İstiklal Mahkemesi tarafından yargılanmasıydı. Dava sonucunda Fethi Bey, 5 yıl hapse mahkûm edilirken mahkeme, bu davaya dayanarak 25 Mayıs’ta partinin mahkemenin görev bölgesi içindeki bütün şubelerini kapatma kararı aldı.

 

Ankara İstiklal Mahkemesinin de baktığı bazı davalarda bu parti ile ayaklanma arasında ilişki kurması ve hükümeti bu konuda uyarması üzerine hükümet, 3 Haziran’da Takrir-i Sükûn Kanunu’na dayanarak Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını tamamen kapattı.

 

Takrir-i Sükûn dönemi gelişmelerinden bir diğeri, Şark İstiklal Mahkemesinin verdiği bir kararla, tekke ve zaviyeler ile Şeyh Sait İsyanı arasındaki ilişkiye dayanarak kendi görev bölgesindeki tüm tekke ve zaviyeleri kapatmasıydı. İsyanı yönlendirenlerin genelde “şeyhlik” sıfatını kullandıklarını ve bölgedeki yaygın tekke, zaviye ağından güç aldıklarını gören mahkeme, tekke ve zaviyelerin amaçlarından şaştıklarını, siyasallaştıklarını ve “fesat ocağı” haline geldiklerini tespit ederek, görev bölgesindeki tüm tekke ve zaviyeleri kapattı.

 

Ayrıca Türkiye çapındaki tüm tekke ve zaviyelerin kapatılması için de hükümete öneri de bulundu. Mustafa Kemal ise Kastamonu gezisi sırasında yaptığı konuşmada, “Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru en hakiki tarikat, tarikat-ı medeniyedir” diyerek Tekke ve Zaviyelerin kapatılacağı mesajını verdi.

 

Tüm bu gelişmeler 30 Kasım 1925’de çıkacak olan Tekke ve Zaviyelerin Kapatılmasına Dair Kanun için önemli bir temel teşkil etti. Nihayetinde bu kanunla, tüm ülkede tekke, zaviye ve türbeler kapatılırken; türbedarlık, şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik vb. birtakım unvanlar yasaklandı.

 

Dönemin diğer İstiklal Mahkemesi olan Ankara İstiklal Mahkemesi ise 25 Kasım 1925 tarihli Şapka Kanununa muhalefet bahanesiyle çıkan gerici ayaklanmaların bastırılmasında ve 1926 yılının Haziran ayı ortalarında gerçekleşen “İzmir Suikastı” gibi Türk devriminin geleceği açısından hayati derecede önemli olaylarda, bizzat olayların yaşandığı bölgelere giderek ya da suçluları Ankara’ya getirtmek suretiyle yargılamalar yaptı ve oldukça önemli kararlara imza attı.

 

Ülkenin en buhranlı dönemlerinden olan 1925-1926 yıllarında çok önemli görevlerde bulunan Şark İstiklal Mahkemesi ve Ankara İstiklal Mahkemesinin çalışmaları, 7 Mart 1927’de görev süreleri uzatılmadığından kendiliğinden sona erdi.

 

Takrir-i Sükûn kanunu ise, 4 Mart 1927 yılında alınan meclis kararıyla 2 yıl daha uzatılarak 4 Mart 1929 tarihine kadar yürürlükte kaldı.

 

Takrir-i Sükûn kanunun yürürlükte kaldığı bu dört yıllık dönemde çok önemli devrimler hayata geçirilmiş, önemli gelişmeler yaşanmıştır:

  • Şapka Kanunu çıkarıldı (25 Kasım 1925).
  • Tekke ve Zaviyeler kapatıldı (30 Kasım 1925),
  • Medeni Kanunun Kabul edildi (17 Şubat 1926),
  • Harf Devrimi yapıldı (1 Kasım 1928).

 

Atatürk, büyük nutkunda, Takrir-i Sükûn kanunu yürürlükte olmasaydı yine yapılacağını söylediği bu devrimlerin, kanunun yürürlükte olması nedeniyle daha kolay hayata geçirildiğini söyler ve kanunun istibdat vasıtası olarak kullanıldığını savunan çevrelere karşı şu cevabı verir:

 

…biz her vasıtadan yalnız ve ancak bir tek temel görüşe dayanarak yararlanırız. O görüş şudur: Türk milletini medenî dünyada, lâyık olduğu mevkie yükseltmek, Türkiye Cumhuriyeti’ni sarsılmaz temeller üzerinde her gün daha çok güçlendirmek…

 

Görüş ve Önerileriniz İçin