Thomas Hobbes’un Siyaset Felsefesi ve Düşünceleri

Dönemindeki bilimsel gelişmelerden, özellikle de Galileo’nun yeni biliminden etkilenen Thomas Hobbes, bu bilim anlayışını siyasal teoriye uygulamıştır.

 

Yeni bilim anlayışı karmaşık yapı ve eylemlerin bunları meydana getiren daha küçük parçalara ayrılarak, açıklanabilmesi olarak özetlenebilir.

 

Bu bağlamda Hobbes, karmaşık bir bütün olan siyasal toplumu anlamak için, toplumun parçalarını oluşturan insandan ve onun doğasından hareket etmiştir.

İnsan doğasındaki temel özellikleri göz önünde bulundurarak hiçbir üstün otoritenin bulunmadığı bir doğal durum tasarımına varan Hobbes, insanların doğalarındaki rekabet ve güvensizlik özellikleri nedeniyle, doğa durumunda sürekli bir çatışma halinde olduklarından bahseder.

 

Doğa durumundaki “ölüm ve şiddet korkusu” akılcı hesaplama yeteneğine sahip insanı, barışı sağlayacak ve sürekli kılacak olan devleti kurmaya doğru iter. 

 

Devlet ise, bireylerin sahip oldukları doğal hakları bir kişiye ya da kurula devretmesi sonucunda kurulur. 

 

Bu noktada Hobbes, insanın doğası gereği toplumsal olduğunu düşünen düşünürlerden ayrılır.

 

Ona göre insanlar ancak bir sözleşmeye dayalı olarak yani “yapay” bir uzlaşma ile toplumsallaşır ve devleti kendi özgür seçimleri sonucunda kurar.

 

Devletin varoluşunu onu kuran bireylerin rızasıyla temellendiren Hobbes, Machiavelli ile başlayan devleti laik temellere oturtma anlayışını devam ettirmiştir.

 

Bu şekilde sözleşme yapılarak, insanların bir araya gelmesiyle oluşan ve devlet de gücü elinde bulunduran egemendir.

 

Egemen ya da Hobbes’un deyimiyle “yapay kişi” nin gücü her bir kişinin onun iradesini kendi iradesiymiş gibi benimsemesinden kaynaklanır.

 

Bu yetkilendirme sayesinde “çok sayıda insan tek bir kişiye dönüşür.”

 

Egemenin yetkileri devredilemez ve bölünemez. Ayrıca egemen sözleşmeye taraf olmadığından onun doğal özgürlüğünü sınırlayan hiçbir güç ve yükümlülük yoktur.

 

Egemenin sözleşmeye taraf olmaması sözleşmeyi feshedemeyeceği anlamına da gelmektedir. Bu mutlak egemenlik anlayışı devleti yıkılmaktan korumak ve dolayısıyla tekrar doğa durumundaki savaşa geri dönmemek için elzemdir.

 

 Ayrıca Hobbes, egemenliği yıpratacağı gerekçesiyle “din-devlet ayrımı” na da karşı çıkar.

 

Kilisenin bir devlet organı olduğunu ve Kutsal kitaba “kamusal bir yorum” getirilmesi gerektiğini savunur.

 

Egemenin görevleri ise, halkın güvenliğini ve adil bir yönetimi sağlamaktır. Ayrıca, egemene uyruklarının refahını sağlama görevi veren Hobbes’un, bir çeşit sosyal devlet anlayışından bahsettiği söylenebilir.

 

Hobbes’un egemeni her ne kadar sınırsız bir güce sahipse de aslında kendi mantığı ve devlet yönetiminin gerekleri ile sınırlıdır.

 

Çünkü, insafsız bir baskı rejimi, savaş durumundan insanları kurtarmaya çalışan Hobbes için anlamlı bir teori ortaya koymayacaktır.

 

 

Sonuç olarak Thomas Hobbes ile beraber, modern devlet teorisinin sistematik ve derinlikli bir kurgusu ortaya çıkmıştır denilebilir. Ancak Hobbes’un devleti sınırsız ve mutlak bir anlayışla kurgulanmıştır. Kendisinden sonra gelecek olan Locke, bu sınırsız devlet anlayışının kısıtlanması ve özgürlüklerin genişletilmesi konusuna çalışacaktır.