Thomas Hobbes ve John Locke’un Siyasal Düşüncelerinin Karşılaştırması

Bu yazıda siyasal düşünceler tarihinin iki önemli siması Thomas Hobbes ve John Locke’un fikirleri karşılaştırmalı olarak ele alınacaktır. Hobbes’la aynı siyasal dil dağarcığını kullanan Locke, Hobbes gibi doğa durumu varsayımından hareket ederek, devletin neden gerekli olduğu sorusuna yanıt arar.

 

Fakat Hobbes’la arasında önemli bir fark vardır: Hobbes, mutlak siyasal iktidarı doğa durumundaki belirsizliklere ve anarşiye yeğ tutarken Locke; bireylerin doğal durumda belirli hakları olduğu gerekçesinden hareketle, iktidarın bu haklara dokunamayacağını savunur.

 

Bu anlamda Locke, sınırsız bir iktidardan yana tavır koymaz. Hatta böyle bir iktidar anlayışını eleştirir. John Locke’a göre, bir hükümetin yurttaşlarını savaş durumundan uzak tutması, hem meşru olması hem de ona itaat edilmesi için yeterli değildir.

 

Hukuk devleti olabilmenin en önemli koşulu, iktidarın karar ve eylemlerinin yasalarla sınırlandırılabilmesi ve denetlenebilmesidir. Locke’un fikirleri özelliklede “dokunulamaz haklar” ve “direnme hakkı” düşüncesi, bu devlet anlayışını destekler niteliktedir. Hatta bu anlayışın oluşmasında önemli etkileri olmuştur. Ancak Hobbes için, aynı şeyi söylemek zordur. Hobbes, egemenin gücünü zayıflatacağı gerekçesiyle böyle bir anlayışa karşı çıkar. Yine aynı gerekçeyle Hobbes, Locke’un teorisinde önemli bir yer tutan “Kuvvetler Ayrılığı” na da karşıdır.

 

Egemene uyruklarının refahını sağlama görevi veren Hobbes’un bir çeşit sosyal devlet anlayışı geliştirdiği söylenebilir. Fakat, liberalizmin kurucusu sıfatıyla anılan Locke’da böyle bir anlayışın izine rastlayamayız. Locke’un devleti daha çok “gece bekçisi devlet” olarak özetlenebilecek bir anlayışın ürünüdür. Bu anlayışta devletin, insanların güvenliklerini korumak ve kamu düzenini bozan kişileri cezalandırmak dışında hiçbir önemli bir görevi bulunmaz.

 

Hobbes ve Locke’un ayrıldığı bir diğer nokta din-devlet ilişkisidir. Hobbes, dinsel ve mezhepsel çatışmaları önlemek için kutsal kitaba kamusal bir yorum getirilmesini savunur ve o kilisenin bir devlet organı olduğunu vurgulayarak din-devlet ayrılığına karşı çıkar. Fakat Locke’a göre devletin yurttaşların inançlarına ve düşüncelerine karışmak gibi bir hakkı yoktur ve kimseyi “hakiki” inanca kavuşturmayı amaçlayamaz. Bu bağlamda Locke, kiliselerin devletten bağımsız olması gerektiğini ve devletin farklı kiliselere, dinlere hoşgörü göstermesi gerektiğini savunur.

 

Sonuç olarak Locke ve Hobbes, devletin kaynağını tanrısal haklara gönderme yapmadan açıklayan modern devlet teorisinin oluşmasında iki önemli isimdir.

 

Kronolojik olarak Locke’dan önce gelen Hobbes, modern devlet teorisinin sistematik ve derinlikli bir kurgusunu ortaya çıkarmıştır. Fakat Hobbes’un kurgusunda devlet, sınırsız ve mutlak bir güce sahiptir. Locke ise, Hobbes’un siyasal teorisinden yararlanarak ve onun eleştirisini yaparak, bu gücün sınırlandırılmasına ve özgürlüklerin daha ileri noktalara nasıl taşınması gerektiği konusuna kafa yormuştur.