Alevilik Nedir?

Alevilik, İslam dini içerisinde şekillenmiş olmakla birlikte “ortodoks” İslam anlayışı olarak bilinen Sünni ve Şii İslam geleneklerinden ayrışan, kendine özgü pratikleri olan sosyal, kültürel ve dinsel bir olgudur. 

 

“Alevi” ifadesi gerçekte inanış ve ritüelleri birbirlerinden hayli farklı olan heterodoks toplulukları tanımlamak için kullanılan bir üst kavram olduğundan tek ve kesin bir “Alevilik” tanımı yapmak oldukça güçtür. 

 

Gerek dilsel gerekse de kültürel olarak birbirinden farklı dört temel Alevi grubundan bahsedilebilir. 

 

Bu gruplardan ilki Azerbaycan ve İran coğrafyasında yaşayan, Azeri Türkçesi konuşan ve dinsel pratikleri İran’daki Oniki İmam Şiîliğiyle benzerlikler taşıyan Alevî gruplardır. 

 

Diğer grup ise Türkiye’nin güneyinde, özellikle Hatay ve Adana’da, yaşayan ve Arapça konuşan Alevîlerdir. Bunlar Suriye Alevilerinin yani Nusayrilerin bir parçasıdır ve diğer Alevî gruplarıyla tarihsel ve kültürel bağları sınırlıdır. 

 

Türk ve Kürt Aleviler ise diğer iki gruptur ve Türkiye’de yaşayan başat Alevi toplulukları bunlardır.

 

Dinsel pratiklerinde dördüncü İslam halifesi Hz. Ali’ye verilen önem ve değer dışında bu Alevi grupları arasında belirgin ortak özellikler saptamak oldukça güçtür. 

 

Namaz, oruç, zekat ve hac gibi ortodoksi İslam pratikleri, Alevî topluluklarının bazıları için yabancı uygulamalardır. Bazı topluluklar dede adı verilen kişiler tarafından yönetilen dinî törenler yaparlar. Bunlara “cem” adı verilir.  Cem törenlerinde ibadet, genelde “nefes” ve “semah” adı verilen ritüellerle icra edilir. 

 

Alevi topluluklarının bazılarında kutsal pınarlara ve dağlara verilen değer gibi İslâm öncesi Türk ve İran dinlerinin birtakım unsurları yaygındır.

 

Ortodoks İslam anlayışındaki şeriata bağlılık, Alevilikte bir dizi ahlâk kuralına bağlılık şeklinde kendini gösterir. Heteredoks bir din anlayışı olarak Alevilik, dinin dışsal (zahir) taleplerinden ziyade içsel (batın) anlamına uygun olarak yaşama iddiasındadır.

 

Bu bağlamda Aleviliğin, Orta Asya kaynaklı din anlayışından, Anadolu’da mevcut dinlerden ve On iki İmam Şiiliğinden çeşitli ölçülerde etkilendiği ancak bunların hepsinden farklı bir dinsel pratik olarak ortaya çıktığını söylemek mümkündür. 

 

Bu bağlamda Alevilik, bütün din yorumları gibi (Sünnilik, Şiilik vs.) her şeyden önce tarihsel bir olgudur. Tarihsel süreç içerisindeki çeşitli olay ve süreçlerin bir birleşimi olarak ortaya çıkmıştır. 

 

Nitekim, tarihsel sürece bakıldığında, Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk dönemlerinde Anadolu’da yaşayan Müslümanlar arasında Sünnilik veya Alevilik arasındaki sınırların net bir biçimde belirlendiğini söylemek mümkün değildir. Başka bir ifadeyle böyle bir ikili ayrımdan  bahsedilemez. 

 

Bu dönemde Anadolu’da yaşayan sıradan bir Türk, iki anlayışın da izlerini taşıyan bir dini inanış ve pratiğe sahip olabilmekteydi.

 

Ancak özellikle Yavuz Sultan Selim döneminde, Halifeliğin Osmanlı Devletine geçmesi, başka bir Türk devleti olan Safevilerle olan mücadele gibi gelişmeler Osmanlı İmparatorluğunda Hanefi mezhebine dayalı Sünni İslam anlayışının kurumsallaşmasına ve devlet eliyle desteklenmesine yol açtı. 

 

Bu dönemde bazı Türkmen toplulukları çeşitli nedenlerle, Safevi Devletinin ve Şah İsmail‘in yanında yer almayı tercih ettiler.

 

Nitekim ilk olarak bu dönemde kullanılan “Kızılbaş” ifadesi de, Safevi Devletinin saflarında savaşan ve kızıl başlık giyen Türkmenleri tanımlamak için kullanılmaktaydı. 

 

Diğer taraftan yine tarihe baktığımızda, İslâmiyet‟in Orta Asya’ya yani Türklerin ana vatanına ulaşmasıyla, Türk boylarının hepsinin aynı dini propagandadan etkilendiği söylememiz güçtür. Bu bağlamda İslam’ın kendi içinde Sünni ve Şii gruplara bölünmüş olması, Türkleri de etkilemiş ve Türkler de kendi içlerinde farklı İslam anlayışlarını benimser hale gelmişlerdir. 

 

Tarihsel süreçte Türkler arasında ortaya çıkan Alevi-Sünni ayrışması hakkında sıkça dillendirilen bir başka tez ise üretim biçimleriyle ilgilidir. 

 

Bu teze göre Sünnilik yerleşik üretim biçiminin hiyerarşik ihtiyaçlarına cevap verirken, Alevilik yarı-göçebe üretim biçiminin daha yalın ihtiyaçlarına cevap vermektedir. 

 

Buna göre Alevilik, daha çok yerleşik hayata geçmemiş, hayvancılıkla uğraşan ve göçebe bir yaşam tarzını benimsemiş olan Türk toplulukları arasında benimsenirken, Sünnilik ise yerleşik hayata geçen, tarımla uğraşan, köy ve kasaba gibi yerleşim birimlerinde yaşayan Türk toplulukları arasında benimsenmiştir.

 

Nitekim, Safevi Devletinin kurumsallaşması ve başat üretim biçiminin yerleşikliğe kaymasıyla birlikte, 17. yüzyıl itibariyle Safevi hanedanlığının dinsel anlayışının Alevilikten Şiiliğe dönüşmesi bu tarihsel tezin bir örneği olarak görülür.

 

Çünkü Şiilik de tıpkı Sünnilik gibi yerleşik üretim biçiminin hiyerarşik ihtiyaçlarına cevap verebilen ortodoks bir İslam anlayışıdır. 

Görüş ve Önerileriniz İçin