Uluslarası İlişkilerde İdealizm ve Temel Varsayımları

İdealizm, kökleri Antik Dönem’e kadar uzanan ve var olanların düşünceye (idea=fikir) dayandığını kabul eden felsefi yaklaşıma verilen isimdir.

 

Uluslararası ilişkiler bağlamında değerlendirildiğinde ise idealizm, barışın nasıl kalıcı olabileceğine ve ideal bir dünya düzeninin nasıl kurulabileceğine yanıt arayan uluslararası ilişkiler kuramının adıdır.

 

Bu yönde bilimsel iddialar geliştirenler ise “idealist” olarak adlandırılır.

 

Uluslararası ilişkiler disiplini çerçevesinde idealist kuram, temelde şu üç soruya cevap arar:

  • Savaşlar nasıl önlenebilir?
  • Kalıcı barış nasıl sağlanabilir?
  • Bu konuda nasıl bir hukuksal ya da örgütsel yapılanmaya gidilebilir/gidilmelidir?

 

İnsanın doğası gereği iyi olduğunu iddia eden idealistlere göre savaşların en önemli nedenlerinin başında, ülkelerin baskıcı yani (otoriter) yönetimlerle idare ediliyor oluşu gelir.

 

Bu anlayışa göre baskıcı yönetimler demokratik bir biçimde halka hesap vermedikleri için ülke içindeki anlaşmazlıkları ülke sınırlarının ötesine taşıma eğilimindedirler.

 

Bu nedenle ülke içinde demokratik bir sistem inşa edilir, politikacılar ve kamuoyu doğru biçimde eğitilir ve çevre koşulları nitelikli hâle getirilirse uluslararası sorunlar, büyümelerine imkan verilmeksizin çözülecektir.

 

İdealistlerin savaşın nedenlerinden biri olarak gördüğü diğer husus, Avrupa’daki egemen devletler arasında hâkim olan “güç dengesi” anlayışıdır.

 

Güç dengesi politikalarını eleştiren idealistlerin başında, idealist uluslararası ilişkiler anlayışının bir ürünü olan Milletler Cemiyetinin kurulmasına öncülük eden ABD Başkanı Woodrow Wilson gelir.  

 

Wilson’a göre I. Dünya Savaşı’nın çıkışına engel olamayan “güçler dengesi” sistemi, savaş sonrasında barışı koruyacak bir unsur olma rolünü de yerine getiremez. Bu nedenle sorunların diyalog yoluyla çözüme kavuşacağı uluslararası bir sistem kurmak zorunluluktur.

 

Bu bağlamda, “uluslararası hukuk” ve “uluslararası örgütlenme”, barışın korunmasında idealistlerin önerdiği temel araçlar olarak ön plana çıkar.

 

İdealist yaklaşımı benimsemiş bilim insanlarının üzerinde durduğu bir diğer husus, saldırgan devletin diğer devletler tarafından hep birlikte cezalandırıldığı “ortaklaşa güvenlik” anlayışıdır.  

 

İşte bu kavramı hayata geçirmeyi hedefleyen ve 1920’de kurulan Milletler Cemiyeti, o güne kadar kurulmuş en kapsamlı örgütlenme olarak karşımıza çıkar.

 

Milletler Cemiyeti, her ne kadar başarısızlıkla sonuçlansa da,  uluslararası ilişkiler tarihinde önemli bir tarihsel adımdır.

 

Milletler Cemiyetinin dünya barışının korunmasına ve uluslararası adaletin sağlanmasına yönelik yaptığı vurgu, günümüzde BM, NAFTA, AB gibi pek çok uluslararası örgütün kurulmasında etkili olmuştur.

 

Nitekim idealist kuram, her ne kadar II. Dünya Savaşından itibaren akademik etkisini kaybetse de, çeşitli türleriyle ve gittikçe artan sayılarıyla uluslararası örgütler, idealist kuramın birer ürünü olarak insanlığın sorunlar karşısında ortak hareket etmesini amaçlamaktadır. 

Görüş ve Önerileriniz İçin