Osmanlı Tarihinde Fatih Sultan Mehmet Dönemi Olayları

Osmanlı İmparatorluğunun yedinci padişahı olan Fatih Sultan Mehmet (II. Mehmet), saltanatı boyunca yaptıklarıyla birçok tarihçi tarafından Osmanlının en büyük padişahı olarak kabul edilir.

 

Bir anlamda Fatih, Osmanlıyı herhangi bir devletten cihanşümul (dünya çapInda) bir imparatorluğa taşıyan isim olarak görülür. Örneğin büyük Osmanlı tarihçisi Halil İnalcık, Fatih Sultan Mehmet’i Osmanlı Devletinin gerçek kurucusu olarak kabul eder.

 

Fatih Sultan Mehmet, yaptığı fetihlerin yanı sıra Osmanlı devlet kurumlarının oluşmasında önemli bir rol oynamıştır. Bürokrasiden, saray teşkilatına, maliyeden askeri örgütlenmeye dek pek çok alanda önemli düzenlemeler yapmış, kendisinden sonraki dönemin siyasi, idari ve hukuki altyapısını hazırlamıştır.

 

Fatih Sultan Mehmet; İstanbul’u Fetheden Kanuname-i Âli Osman ile ilk Osmanlı kanunnamesini hazırlayan, Kardeş Katlini yasalaştıran, Osmanlı padişahları arasında portresini ilk yaptıran (İtalyan Ressam Bellini‘ye) isimdir.

 

Bilime ve sanata büyük önem vermiştir. Kendisi de çok sayıda dil bilen Doğu ve Batı dünyasının bilimsel tartışmalarını yakından takip eden bir insandır. Bu anlamda bazı tarihçiler kendisinden “rönesans hükümdarı” olarak bahsetmişlerdir. 

 

Fatih Sultan Mehmet’in İlk Saltanatı

Fatih Sultan Mehmet, 30 Mart 1432’de Edirne’de dünyaya geldi. Babası II. Murat’tı. Çocukluğundan itibaren Osmanlı iktidarı etrafında dönen siyasî çalkantıların ortasında yer alan Fatih Sultan Mehmet’in henüz çocuk yaştayken Osmanlı tahtının tek varisi haline gelmesi, II. Murad saltanatından memnun olmayan fütuhatçı yani fetih yanlısı devlet adamlarının şehzadenin çevresinde birleşmesine yol açtı.

 

Bunun bir sonucu olarak II. Murad, 1443-1444 yıllarında, batı cephesinde uğradığı seri yenilgilerin ardından tahtını on iki yaşındaki oğluna terk etmek mecburiyetinde kaldı.

 

Ancak Fatih Sultan Mehmet’in 1444-1446 seneleri arasındaki bu ilk hükümdarlık tecrübesi, iç ve dış karışıklıklarla dolu bir başarısızlık dönemi oldu.

 

1446 baharında Osmanlı başkentinde patlak veren yeniçeri ayaklanması ve bazı isyancıların İstanbul’da Bizans’ın elinde esir olarak yaşayan Orhan Çelebi’nin hükümdarlığını kabul ettiklerini duyurmaları, Fatih Sultan Mehmet’in taht üzerindeki meşruiyetini sorgulanır hale getirdi.

 

Bu gelişmeler üzerine Veziriazam Çandarlı Halil Paşa’nın gizlice Edirne’ye davet ettiği II. Murad, yeniçerilerin desteğiyle yeniden tahta oturdu. Zağanos ve Şehabettin Paşaların refakatindeki Fatih Sultan Mehmet ise Manisa sarayına geri yollandı.

 

Bu taht krizinin kendisine atılganlık ve savaşçılığıyla dedesi Yıldırım Bayezid’i örnek alan genç Fatih Sultan Mehmet’i derinden etkilemiş olması muhtemeldir. Zira Fatih Sultan Mehmet tahttan indirildiği günden, 18 Şubat 1451 günü babasının vefatı üzerine Osmanlı tahtına ikinci kez oturacağı güne kadar yönetim üzerinde Çandarlı nüfuzunu kırmak, yeniçerileri sultanın otoritesine boyun eğdirmek ve atılgan bir gaza siyasetiyle İstanbul’u fethetmek gibi fikirlerini olgunlaştırdı.

 

Fatih’in İkinci Kez Tahta Çıkması ve Karşılaştığı Sorunlar

 

Fatih Sultan Mehmet, babasının ölümü üzerine 14 Şubat 1451’de tekrar Osmanlı tahtına çıktığında on dokuz yaşındaydı. Onun ilk hükümdarlığı döneminde devletin içine düştüğü perişan hali hatırlayanlar, Osmanlı iktidarına esaslı bir darbe indirmek için müsait zamanın geldiğine inanıyorlardı.

 

Karamanoğlu İbrahim Bey, Hamidili’nde bazı kaleleri ele geçirdi. Karamanoğulları’nın desteğini alan diğer yerel hanedanlar ise Germiyan, Aydın ve Menteşe arazilerinde yeniden egemenliklerini kurma teşebbüsünde bulundular.

 

Fatih Sultan Mehmet, yeniçerilerle dayanışma halindeki Çandarlı Halil Paşa’yı bu hassas ortamda azletmeye cesaret edemedi. Ancak kendisine yakın olan İshak Paşa’yı Anadolu beylerbeyliğine getirdi; Şehabeddin Paşa’yı ikinci vezirliğe yükseltti; Sarıca Paşa ve Zağanos Paşa’yı ise divan üyeleri arasına aldı. Böylece devlet yönetiminde Çandarlı Halil’e karşı kendine bağlı bir denge unsuru yaratmayı amaçladı.

 

Anadolu’daki karışıklık Rumeliye’de sıçradı. Osmanlı sarayı, George Brankoviç’in yeniden Sırp despotluğunun başına geçmesi karşısında sessiz kaldı. Bizanslılar ise rehin olarak ellerinde bulunan Şehzade Orhan Çelebi’yi serbest bırakmak tehdidiyle Osmanlı idaresinden yıllık 300.000 akçe ve Çorlu’ya kadar olan toprakların idaresini koparmayı başardılar.

 

Bu karışıklıklara son vermek isteyen Fatih Sultan Mehmet, 1451’de Karamanoğulları üzerine sefere çıksa da, Bizans tehditlerinin iyice artması üzerine Alaiye (Alanya) kalesini Anadolu’daki en büyük rakibine bırakarak geri dönmek zorunda kaldı.

 

Yeniçeriler, Edirne’ye dönüş yolunda bahşiş bahanesiyle ayaklandılar. Fatih Sultan Mehmet, Çandarlı Halil’in adamlarından biri olan yeniçeri ağası Kurtçu Doğan’ı görevden aldı ve başkentte kapıkulu ocakları mensupları arasında kanlı bir temizlik harekâtı başlattı.

 

Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u Fethi

 

İstanbul’un Fethinin Nedenleri


Osmanlı memleketinin neredeyse tam da merkezinde kalmış olan Bizans’ın ortadan kaldırılmasının bir gaza vazifesi olarak gören Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un fethini ilk yapılacak iş olarak görüyordu. Yeni Osmanlı hükümdarına göre, İstanbul, taht iddiacısı Osmanlı şehzadeleri ve Osmanlılara karşı haçlı seferi çağrısında bulunanlara ev sahipliği yaptığı sürece Osmanlı Devleti’nin güvenliğini tam manasıyla temin etmek olanaksızdı.

 

Ayrıca Bizans sarayının bir zamanlar Selanik’i Venediklilere terk etmesinde olduğu gibi, İstanbul’un başka bir batı gücüne bırakılması durumunda, II. Mehmed’in hayallerini süsleyen Osmanlı İmparatorluğu, bir merkezden yoksun kalacak ve daha doğmadan ölme tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktı.

 

Bu amaçla Zağanos Paşa, 1452 başlarında Anadoluhisarı’nı güçlendirdi. Aynı yılın Ağustos ayında ise Rumeli (Boğazkesen) Hisarı yapıldı. Bu hisar sayesinde Karadeniz’le Bizans’ın iaşe ve ikmal bağlantısı kesilerek şehre dışarıdan gelen askerî yardımlar engellenecekti.

 

Fatih Sultan Mehmet, Rumelihisarı’nın tamamlanmasının ardından Bizans İmparatoru XI. Konstantin’den kenti teslim etmesini talep etti. Ancak bu talep olumlu bir karşılık bulamayınca Fatih Sultan Mehmet, Bizans’a savaş ilan etti.

 

Bu savaş ilanı, Osmanlı devlet idaresinde halen belirli bir ağırlığı olan veziriazam Çandarlı Halil Paşa açısından belirsizliklerle dolu bir dönemi başlattı. İstanbul’un alınması, II. Mehmed’in devlet üzerinde mutlak iktidarını tesis edeceğinden onun artık devlet üzerinde söz söyleme hakkı kalmayacaktı.

 

Ayrıca Çandarlı Halil, İstanbul’un hedeflenmesinin yeni bir haçlı kuvvetini Osmanlı’nın üzerine çekeceğini düşünüyor ve bunun akıllıca olmayacağına inanıyordu. Kuşatmanın başarısızlıkla neticelenmesi, ihtiyar ve tecrübeli vezirin 1440’lı yılların başında bizzat şahitlik ettiği, Osmanlı saltanatının sarsılması durumuna tekrar yol açabilirdi.

 

Öte taraftan, bazı uç beyleri ise İstanbul’un fethedilip devlet merkezinin buraya taşınmasının Edirne merkezli gaza ve akın faaliyetlerine son vereceğini ve Osmanlı Devleti’nin dört tarafı sularla çevrili başkentinden ötürü denizciliğe kayacağını düşünerek bundan endişe duyuyorlardı.

 

Gaza/tasavvuf geleneğinden gelen kalabalık halk kitleleri arasında, İstanbul’un fethinin kıyamet alametlerinden biri olduğuna dair kuvvetli bir inanç bile vardı.

 

Bizans efsaneleri, ortaçağ İslam tarihçi ve coğrafyacılarının kent hakkındaki anlatımları ve bazı hadislerde kıyametin kopmasıyla şehrin alınması arasında kurulan ilişkiden etkilenen birçok insan, İstanbul’u fethetmenin uğursuzluk ve yıkım getireceğine inanmıştı.

 

Tabii ki, bambaşka gerekçelerle kuşatmaya karşı çıkanların halk arasında yayılan bu gibi rivayetlerin daha gür bir sesle dillendirilmesini teşvik ettikleri de söylenebilir.

 

Halil Paşa, Fatih Sultan Mehmet’i fetih tasarısından vazgeçirmek için çeşitli ihtiyatlı fikirler ortaya attı; ama Edirne’de toplanan meşveret meclisinde, padişah tarafından desteklenen Zağanos ve Şehabettin Paşa’nın ısrarlı tutumları galip geldi.

 

İstanbul’un Fethinden Önce Bizans’ın Durumu


 

XI. Konstantin, kuşatmanın yaklaştığı günlerde, içine düştüğü çaresizlikten ötürü, 1439’da alınan Katolik ve Ortodoks kiliselerinin birleşme kararını onayladığını papaya duyurdu. Böylece Katolik dünyasının desteğini alabilecektir. Ancak Ortodoks kilisesinin Vatikan’a bağlanacağı haberleri, Rum ahalinin tepkisini çekti.

 

Yine de, 30.000 kişiyi bulan kent halkı, kuşatma müddetince müdafaaya çeşitli yollarla yardım etmişti. Katolik ve Ortodoks Kiliselerinin birleşme taahhüdü karşılığında Kardinal Isidore komutasındaki ufak bir Napoli okçu birliği de İstanbul’un müdafaasına katılmak üzere kente gelmişti. Bununla birlikte 1453 Ocak’ında 700 kişilik bir İtalyan kıtası da şehri savunmak üzere İstanbul’a gelmişti.

 

İstanbul surlarında Osmanlı kuşatma ordusunu bekleyenlerin sayısı, bu katkılarla birlikte 8000-9000 profesyonel savaşçıya ulaşmıştı. Kuşatmanın en ilginç hadiselerinden biri ise Osmanoğulları ailesine mensup Orhan Çelebi’nin kendine bağlı ufak bir Türk birliğiyle birlikte şehri savunanlar arasında yer almasıydı.

 

Buna karşın Fatih Sultan Mehmet, en fazla yarısı muhariplerden oluşan 70-80.000 kişilik bir orduyla Edirne’den hareket etti. Ordunun kalan kısmını teşkil eden geri hizmet kıtaları, topların çekilmesi, ordugâh inşası, ordu pazarının tanzimi gibi muharebe dışı hizmetleri yerine getiriyorlardı.

 

Bunlar arasında Sırp despotu tarafından yollanan 1500 kişilik madenci grubu (lağımcı), şehir duvarlarının temellerine inen tüneller kazma işinde önemli bir hizmet görmüşlerdi.

 

İstanbul’un Fethi


 

İstanbul kuşatması, 6 Nisan 1453 tarihinde Macar top üstadı Urban tarafından dökülen devasa toptan yapılan atışla başladı. Bu top, kuşatma esnasında yaptığı fiilî yıkımdan çok kent içinde sıkışan Rum ahalinin moralini ve direnme azmini bozmada etkili bir araç olmuştu.

 

Fatih Sultan Mehmet, 11 Nisan’da çeşitli kalibrelerde toplardan oluşturduğu bataryaları İstanbul surlarına yaklaştırarak etkili bir bombardımana başladı. Ertesi gün çoğunluğu Gelibolu ve Boğaz’ın gizli koylarında inşa edilmiş 145 teknelik Osmanlı donanması, Haliç’in ağzını koruyan zincire başarısız bir saldırı düzenledi.

 

İlk toplu taarruz, 18 Nisan günü gerçekleşti. Osmanlılar, dört bir koldan surlara hücum ederken yürüyen kuleler de kullandılar. Bu hareketli kuleler, duvarlara tırmanmaya yarayan platform işlevi gördükleri gibi, esasında, surların önündeki hendeği doldurmaya çalışan Osmanlı savaşçılarının gözlerden uzakta kalmasını sağlıyorlardı.

 

Genel taarruzun başarısızlıkla sonuçlanması, Osmanlı ordugâhındaki havayı olumsuz etkiledi. Üstelik 20 Nisan’da, üç Ceneviz ve bir Bizans gemisinin rüzgârın da yardımıyla Haliç önlerindeki Osmanlı ablukasını yarıp kenti savunanlara yardım ulaştırması, ordugâhta kuşatmanın kaldırılmasına taraftar olanların seslerinin yükselmesine yol açtı.

 

Bu zorlu günlerde padişahın yanında bulunan Akşemseddin’in kuşatmanın sürdürülmesinde önemli bir payı vardı. Akşemseddin, o dönemden bugüne ulaşan tek belge olan mektubunda, Fatih Sultan Mehmet’i ikaz edip manevi bakımdan destekleyerek kuşatmanın devam etmesi gerektiğini yazıyordu.

 

Fatih Sultan Mehmet, ordudaki yılgınlığı bertaraf etmek için Beşiktaş-Kabataş arasında kalan ufak koydan Kasımpaşa’ya uzanan vadide veya Eyüp karşısına uzanan kesimde bir süredir hazırlanan özel bir yol aracılığıyla altmış gemiyi karadan yürüttü.

 

Bu hamle, Macar top ustası Urban’ın döktüğü devasa topun yarattığı etki gibi, gerçek askerî etkinliğinden ziyade kent savunucuları ve halkı üzerinde bıraktığı psikolojik etki bakımından önemliydi.

 

Osmanlı gemilerinin 22 Nisan sabahında Haliç’e indirilmesi, şehre yardıma gelen Ceneviz gemilerinin doğurduğu iyimser havayı dağıtarak Bizans halkını büyük bir umutsuzluğa sürükledi. 28 Nisan’da Venedikli amiral Giocomo Coco, Osmanlı teknelerini yakma niyetiyle giriştiği saldırıda başarısız olup gemisiyle Haliç sularına gömüldü.

 

Bizans imparatoru XI. Konstantin, Mayıs başında bazı Rum soyluların kenti terk etmesi yönündeki çağrılarına aldırış etmeyerek son ana değin İstanbul’u savunacağını duyurdu.

 

II. Mehmed, 6 Mayıs’ta, Topkapı ve Edirnekapı arasında kalan surlara yaklaşık 30.000 kişinin katıldığı toplu taarruzlar gerçekleştirdi. Bu hücumu takip eden hafta boyunca Osmanlı topları kent surlarını amansız bir ateşe tuttular. Rum ahali, top güllelerinin duvarlarda açtığı gedikleri kapamak için canla başla çalışıyor; surların yıkılan kısımlarını yere sapladıkları tahta kazıklar başta olmak üzere, ellerine geçen her türlü materyalle dolduruyordu.

 

Osmanlı ordusunda hizmet veren Sırp madenciler, 16 Mayıs’ta Edirnekapı surlarının temellerine inen lağımlar açmaya teşebbüs ettiler. Ne var ki, bu yer altı tünelleri kenti savunanlar tarafından fark edilip açılan karşı tünellerle imha edildi.

 

26 Mayıs’ta Osmanlı karargâhına gelen bir Macar elçisi, kuşatmanın kaldırılmaması halinde bir haçlı ordusunun yola çıkacağı tehdidinde bulundu. Fatih Sultan Mehmet bu tehdidi ciddiye almadı. Ancak ertesi gün Osmanlı ordusunda birleşik bir haçlı kuvvetinin İstanbul’a yaklaştığı söylentisi dilden dile dolaşmaya başladı.

 

İstanbul kuşatması, neredeyse elli gündür devam ediyordu ve Osmanlı birlikleri arasındaki huzursuzluk doruk noktasındaydı.

 

Bazı kesimler zafer umudunu tamamen yitirmiş ve Fatih Sultan Mehmet’i devletin maddî ve insanî kaynaklarını boş yere heba etmekle suçlamaya başlamışlardı.

 

Zaten başından beri kuşatmaya karşı olan Çandarlı Halil Paşa ve taraftarları, ordugâhta hâkim olan bu olumsuz havadan güç alarak yeni bir harp meclisi toplanmasını talep ettiler.

 

Kuşatmanın sonlandırılmasını isteyenlerle son bir genel taarruzda ısrar edenler arasında ateşli tartışmalar yaşandı. En sonunda, 29 Mayıs’ta son bir saldırının yapılması kararlaştırıldı. Fatih Sultan Mehmet, 29 Mayıs’ta yapılmasına karar verilen son hücum öncesinde kuşatma hattında dolaştı.

 

Burada karşılaştığı askerler ve komutanlarla konuşup onları yüreklendiren ve şevke getiren sözler söyledi. Ayrıca askerlerin savaşma azmini artırmak için kentin İslam hukuku gereğince üç gün yağma edilebileceği duyuruldu.

 

Öte taraftan, Bizans İmparatoru XI. Konstantin de şehir surlarını gezip askerlerinin moralini yüksek tutmaya çabalıyor; kentte birbiri ardına dinî merasimler tertip ediyor, savunma yerlerini bırakıp kaçanları engellemek için sert tedbirler alıyordu. Ancak tüm bu tedbirler, İstanbul’un kaybedilmesini engelleyemedi.

 

29 Mayıs günü Osmanlılar, gün doğumuyla birlikte üç dalga halinde hücum ettiler. Topkapı surları ve burada bulunan yüksek kule, ağır topçu ateşi ve başarılı lağım faaliyetleri sonucu kulenin altına yerleştirilen barut fıçılarının ateşe verilmesi sonucunda yıkıldı. İmparatoru XI. Konstantin, refakatindeki askerlerle Yedikule civarında bir miktar Osmanlı askeri tarafından sıkıştırılarak öldürüldü.

 

İstanbul’un fethi sonrasında Fatih unvanını alan II. Mehmet, muzaffer bir edayla Ayasofya kilisesinin kubbesine tırmanarak şehirde olan bitenlere göz gezdirdi. Şehir halkına can ve mal güvenliği temin eden Fatih Sultan Mehmet, kentin mümkün olduğunca zarar görmeden Osmanlı hâkimiyetine geçmesine özen gösterdi. 

 

Kuşatmaya başından beri karşı olan Çandarlı Halil Paşa ise fethin gerçekleşmesinin ertesi günü veziriazamlıktan azledildi. Yerine Zağanos Paşa getirildi.

 

Fatih Sultan Mehmet’in Diğer Fetihleri

Fatih Sultan Mehmet’in fetihleri,  İstanbul’un fethinden sonra da devam etti. Fetihten bir sene sonra 1454’te Sırbistan seferine çıkıldı. Ardından Karadeniz Bölgesindeki Ceneviz kolonileri ile Boğdan vergiye bağlandı. 1455’deki ikinci Sırbistan Seferinde ise Sırbistan Macaristan ayrıldı ve Osmanlı’ya bağlandı.

 

1456’da Belgrad kuşatıldı ancak sonuç alınamadı. Ancak aynı yıl Enez, İmroz ve Limni adaları fethedildi. 1460’da Anadolu Seferine çıkan Fatih, Cenevizlilerin elinde bulunan Amasra’yı fethetti. 1461’de Kastamonu ve çevresinde kurulu olan Candaroğulları Beyliğine son verildi. Yine aynı yıl Trabzon Rum İmparatorluğuna son verildi ve Trabzon Osmanlı topraklarına katıldı.

 

1462 yılının Eylül ayında Midilli adası fethedildi. 1463’te Bosna Osmanlı topraklarına katıldı. 1478’de Arnavutluk Seferine çıkıldı ve İşkodra ile Akçahisar fethedildi.

 

1473 yılında Doğu Anadolu’da hakim olan Akkoyunlu Devleti üzerine sefere çıkıldı. Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan ve Fatih arasında cereyan eden Otlukbeli Savaşında, Akkoyunlu devleti ağır bir yenilgiye uğratıldı ve dağılma sürecine girdi.

 

1475’de Gedik Ahmet Paşa komutasındaki bir donanmayı Kırım’a gönderen Fatih, Kırım’ın Osmanlı topraklarına katılmasını sağladı.

 

1479’da yine Ahmet Gedik Paşa komutasındaki Osmanlı Donanması, Ayamavra, Zenta ve Kefalonya adalarını aldı.

 

1480’de iki sefere çıkıldı. Mesih Paşa komutasındaki Donanma Rodos adasını kuşattı. Ancak kuşatma başarısızlıkla sonuçlandı. Diğer tarafta ise İtalya seferine çıkan Gedik Ahmet Paşa, Otranto’yu fethetti.

 

Fatih Sultan Mehmet, Otranto’yu Avrupa’daki fetihleri için bir üs olarak kullanmayı düşünüyordu. Ancak Doğu sınırlarında Memlüklerle çıkan anlaşmazlıklar Fatih’in önceliklerini değiştirdi. Bunun üzerine Fatih öncelikle Memlük Devleti üzerine sefere çıkmaya karar verdi. Ancak daha seferin başındayken Gebze’de Hünkar Çayırı’nda 3 Mayıs 1481 günü vefat etti.

 

Fatihin bir hastalık sonucu mu yoksa zehirlenerek mi öldüğü konusu bugün tarihçiler arasında hala bir tartışma konusudur. 

Görüş ve Önerileriniz İçin