Heidegger Kimdir? Kısaca Hayatı ve Fikirleri

Martin Heidegger, Almanya’nın Baden kenti sınırları içindeki Meßkirch adlı bir köyde doğmuştur. Babası, St. Martin Katolik kilisesinde hademe olan Martin Heidegger, Orta eğitimini burslu olarak Konstanz’da bulunan bir yatılı okulda tamamlamış; ardından Freiburg Üniversitesinde teoloji eğitimi görmeye başlamıştır.

 

Buradaki eğitimi sırasında yavaş yavaş Katolik inancından kopmaya başlayan Heidegger, daha sonraki dönemlerde yaşadığı bu kopuşu anlatırken ilâhiyatçı Carl Braig’in Varlık Hakkında Ontolojik Araştırmalar (1896) ve Franz Brentano’nun Aristoteles’te Varolanın Birçok Anlamı Hakkında (1862) adlı eserlerinden etkilendiğini vurgulayacaktır.

 

Heidegger, “Duns Scotus’da Kategori ve Anlam Öğretisi” başlıklı doktora tezini yeni-Kantçı bir düşünür olan Heinrich Rickert’in yönetiminde yazmış; ardından da 1916 yılında Edmund Husserl’in asistanı olmuştur.

 

1927 yılında ise Varlık ve Zaman’ın yayınlanmasıyla doçentliğe yükseltilen Heidegger, 1929’da Husserl’in emekliye ayrılmasıyla onun kürsüsüne profesör olarak atanmıştır.

 

Heidegger, Almanya’da Nazizmin iktidara geldiği 1933 yılında Nasyonal Sosyalist Parti’ye üye olmuş ve kısa bir süre içerisinde Freiburg Üniversitesi’nin rektörü seçilerek, üniversitenin nazileştirilmesi sürecinde oldukça önemli bir rol oynamıştır.

 

Heidegger bu süreçte nazizme felsefi ya da entelektüel bir yön verebileceğini düşünmüştür. Ancak Heidegger’in 1934’te Rektörlük görevinden istifa etmesi ve ardından da siyasete mesafe alması, bu konuda bir hayal kırıklığına uğradığını gösterir.

 

Zira başlarda nazizmi felsefi hedefleri için kullanabileceğini düşünen Heideger, tam aksine nazizmin siyasi amaçları için kullanılmıştır. Ancak buna rağmen Heidegger partisinden istifa etmemiş, nazi partisindeki üyeliği partinin edilgen bir üyesi olarak devam etmiştir.

 

Heidegger, savaşın bitmesi ve Almanya’nın yenilmesinin ardından Freiburg Üniversite Senatosu Arındırma Kurulu tarafından geçmişte nazi olduğu için yargılanmıştır.

 

Ancak kurul, Heidegger’i dinledikten sonra onun nazi olup olmadığı konusunda kesin bir karar verememiş ve Karl Jaspers’ten Heidegger’in nazizme katkısı hakkında bir rapor yazmasını istemiştir.

 

Bu rapor sonucunda Heidegger’in öğretim yapma yetkileri elinden alınmış ve böylece Heidegger’in üniversiteyle olan bağı kesilmiştir. Bu gelişmenin ardından Almanya’da Heidegger’in düşüncesine gösterilen ilgi neredeyse tümüyle kaybolmuştur.

 

Heidegger’in bir filozof olarak yeniden önem kazanmasından ve ünlenmesinde ise eski öğrencisi Hannah Arendt’in ve varoluşçuluk akımının yaratıcısı sayılan Jean Paul Sartre’ın önemli katkıları olmuştur.

 

Hatta Heidegger’in bu ünü, 1949’un Mayıs ayında Freiburg Üniversitesi senatosunu Heidegger’in arınma davasını yeniden görüşmeye zorlamıştır. Bu görüşme sonunda Heidegger’in işbirlikçi olduğu konusunda verilen karar değişmemiş; ancak üniversitede ders vermesine izin verilmiştir.

 

Yaşamının son yıllarını eserlerini yayına hazırlamakla geçiren Heidegger, 1976 yılında ölmüştür. Heidegger’in cenazesi vasiyeti üzerine doğduğu köy olan Meßkirch’te toprağa verilmiştir.