Bu yazıda Türkiye tarihinin ve Demokrat Parti döneminin önemli gelişmelerinden biri olan ve 1955 yılında gerçekleşen 6-7 Eylül olayları kısaca incelenecektir. Ancak olayın ayrıntılarına geçmeden önce 6-7 Eylül’ün nedeni olan Kıbrıs Sorununa genel hatlarıyla değinmek gerekiyor.
İÇİNDEKİLER
Genel Hatlarıyla Kıbrıs Sorunu
1571 yılında Osmanlı Devleti tarafından fethedilen ve 300 yıl kadar Osmanlı egemenliği altında kalan Kıbrıs, 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşında alınan ağır yenilgiden sonra İngiliz desteğini sağlayabilmek için, İngiltere’ye kiralanmıştır. Anlaşma hükümlerine göre, Savaş bittikten ve Rus tehlikesi geçtikten sonra adanın Osmanlı devletine iade edilmesi gerekirken, 19. yüzyılın küresel gücü konumundaki İngiltere, en değerli sömürge toprağı olan Hindistan yolu üzerindeki bu stratejik noktayı iade etmemiş ve Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya’nın yanında savaşa girmesiyle birlikte 5 Kasım 1914 tarihinde adayı ilhak etmiştir. İngiltere yarattığı bu fiili durumu 24 Temmuz 1923 Lozan Barış Antlaşması’nın 20 maddesiyle hukukileştirmiştir.
Ancak İkinci Dünya Savaşı sonrasında, İngiltere’nin kontrolü altında bulunan Kıbrıs’tan çekilmesi söz konusu olmuş ve Kıbrıs adasının kime bırakılacağı sorunu ortaya çıkmıştır. Bu gelişme üzerine Kıbrıs Rumları 1950’de Enosis plebisiti yapmış ve oylamada 10.000 “Hayır” oyuna karşılık 215.000 “Evet” oyu kullanılmıştır.
Bu oylamadan sonra Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı için Kıbrıs Rumları ile Yunanistan arasındaki işbirliği daha da artmış; Yunanistan, 1954 Mayısında İngiltere’den Ağustos ayına kadar adayı kendisine teslim etmesini, aksi takdirde konuyu BM’ye taşıyacağını ilan etmiştir.
Adadan çekilmek istemekle birlikte bölgedeki askeri üslerini kaybetmek istemeyen İngiltere’nin bu isteği kabul etmemesi üzerine Yunanistan, meseleyi 16 Ağustos 1954’te BM’ye götürmüş ve Kıbrıs halkına “self-determinasyon” hakkının tanınmasını istemiştir.
Yunanistan’ın böyle bir talepte bulunmasının temel nedeni, self determinasyon hakkı tanınırsa, çoğunlukta olan Rumların bu haklarını ENOSİS yönünde kullanacaklarını düşünmüş olmasıdır. Fakat BM genel kurulu 14 Aralık 1954’te Yunanistan’ın bu teklifini reddetmiştir.
Bu tarihten sonra Rumlar, adanın Yunanistan’a ilhakı anlamına gelen ENOSİS’i gerçekleştirebilmek için EOKA (Kıbrıslıların Milli Mücadele Örgütü) adı verilen örgüt eliyle Türklere yönelik kanlı saldırılar düzenlemeye başladılar.
EOKA’nın giriştiği bu faaliyet, Kıbrıs Türkünü, daha sonra TMT yani Türk Mukavemet Teşkilatı adını alacak olan VOLKAN adlı bir savunma teşkilatı kurmaya yöneltti.
Türkiye’nin Kıbrıs Politikası
Bu gelişmeler üzerine Türkiye, bir süredir göz ardı etmekte olduğu Kıbrıs sorunu ile ilgili politikasını gözden geçirmeye başladı ve 1950’lerin ortalarından itibaren tutumunu giderek sertleştirdi. Ayrıca başta Hürriyet Gazetesi ile gazetenin başyazarı Sedat Simavi’nin yazıları olmak üzere basın yayın organlarının bu konuyu gündeme taşımasıyla Kıbrıs, Türk kamuoyu açısından da önemli bir gündem maddesi haline gelmiştir.
Adada şiddet hareketlerinin yaygınlaşması üzerine İngiltere Londra’da bir konferans toplamaya ve sorunun tarafları olarak görüdüğü Türkiye ve Yunanistan’ı bu konferansa davet etmeye karar verdi.
Türk tarafını Fatin Rüştü Zorlu’nun temsil ettiği bu konferansta savunulan Türk tezi tarihi, coğrafi, etnik ve stratejik gerekçelere dayandırıldı. Bu teze göre 400 yıl Türk hakimiyetinde kalan ve tarihin hiçbir döneminde Yunan idaresine geçmemiş olan Kıbrıs adası, Anadolu kıyılarına 60 km, Yunanistan’a ise 1600 km uzaklıktadır ve Birinci Dünya Savaşı’na kadar Ada halkının çoğunluğunu Türkler oluşturmaktadır. Ayrıca devletler hukukunun bir gereği olarak İngiltere, Türkiye’den aldığıadayı Yunanistan’a değil yine Türkiye’ye devredebilir.
Yunanistan’ın Self-Determinasyon talebinde ısrar ettiği bu konferansta, İngiltere ise adadaki askeri üstünlüğünün tartışmasız kabulünü talep etmiştir. Tarafların birbiriyle bağdaşmaz bu talepleri karşısında zaten çıkmaza giren Konferans’ın sona ermesi ise Türkiye’de yaşanan olaylar nedeniyle Yunan temsilcisinin konferansı terk etmesi üzerine 7 Eylül 1955 tarihinde gerçekleşmiştir.
6-7 Eylül Olaylarının Başlaması
6 Eylül 1955 günü saat 13:00’da devlet radyosu, Selanik’te Atatürk’ün doğduğu eve yapılan bombalı bir saldırı haberini duyurdu ve bu haber İstanbul Ekspres gazetesinin akşam baskısıyla İstanbul geneline yayıldı.
Saat 17.00 sıralarında İstanbul Türk’tür Cemiyetinin çağrısı doğrultusunda, Taksim meydanında bir protesto mitingi düzenlendi. Bu mitingin ardından bazı gruplar başta İstiklal Caddesi ve Beyoğlu’nun arka sokakları olmak üzere İstanbul’un bazı yerlerinde gayrimüslimlere ait mağazaların cam ve çerçevelerini kırmaya başladı. Tahriplerin başladığı ilk anlarda yağmalama olaylarına rastlanmamakla beraber gecenin ilerleyen saatlerinde bu tarz olaylarlar da yaşanmaya başladı.
Türk ve Müslüman kesim ise evlerini ve iş yerlerini Türk bayraklarıyla donatarak, Atatürk posterleri ya da Kıbrıs Türk’tür cemiyeti pankartları kullanarak bu saldırılardan korunmaya çalışmış; ancak yine de saldırılardan Türklere ait bazı binalar da paylarını almıştır.
Bununla birlikte özellikle evlere yapılan saldırılar sırasında Türklerden gelen çıkışlar çoğu yerde saldırıların önüne geçmiştir. Yine saldırılar sırasında Gayrimüslim komşularını evlerinde saklayanlar olduğu gibi, gayrimüslim evlerinin önünde Türk bayrağıyla bekleyerek saldırganları durduranlar da olmuştur.
Bu şekilde devam eden olaylar ancak örfi idarenin yani sıkı yönetimin ilan edilmesi ve askeri birliklerin duruma müdahale etmesiyle gece 02:30 sıralarında kontrol altına alınabilmiştir. Bu suretler başlayan sıkıyönetim uygulaması İstanbul’da 1956 yılı Haziran ayına kadar devam etmiştir.
6-7 Eylül Olaylarının Sonuçları
Olayların ardından devlet, olaylar sırasında zarar görenlerin zararlarının karşılanmasına karar vermiş ve bu suretle zarar görenlerin beyan ettikleri zarar miktarlarının incelenmesi suretiyle bu kişilere tazminat ödenmiştir.
Ev hasarlarında ise çok fazla detaylı incelemeye girilmeksizin beyan edilen hasarın karşılanması yoluna gidilmiştir. Ayrıca Maliye Bakanlığı yaptığı bir açıklamayla zarara uğrayanlara vergi kolaylığı, ucuz inşaat malzemelerine erişim olanağı, banka borcu olanlara geri ödeme kolaylığı ve banka kredisi almakta kolaylık sağlamak gibi bir dizi önlem paketi açıklamıştır. Zarar görenler için atılan bir başka adım ise bağış kampanyaları organize edilmesidir.
Olayların bu kadar büyümesi ve kısa sürede kontrol altına alınamaması üzerine İstanbul Emniyet Müdürü Alaettin ERİŞ ile İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay Korgeneraller Vedat Garan ve Fazıl Bilge ile Tuğgeneral Nedim Erensoy görevden alınmış; yine bir çok devlet görevlisinin görev yeri değiştirilmiştir.
Hükümet cephesinde ise istifa eden tek kişi İçişleri Bakanı Namık Gedik’tir. Olaylar sonunda, tahrip, hırsızlık, yağmacılık, kasten yangın çıkarmak ya da din hürriyeti aleyhine cürüm işlemek suçlarından yaklaşık 6000 kişi tutuklanmıştır.
Ayrıca Demokrat Parti Hükümeti olayların basit bir nümayiş hareketi olmadığı ve bir planlayıcısı olduğu düşüncesiyle bazı grupların üzerine gitmiştir. Olayların sorumlusu olarak ilk önce komünistleri adres gösteren hükümet, komünist olarak bilinen 48 kişiyi tutuklanmıştır. Tutuklananlar arasında Kemal Tahir, Aziz Nesin, Hasan İzzettin Dinamo, ve Hulusi Dosdoğru gibi isimler bulunmaktadır. Ancak bu şüpheliler Aralık 1955 sonuna doğru suçsuz bulunarak serbest bırakılmıştır.
Komünistlerle birlikte en fazla üstüne gidilen bir diğer grup, Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti’dir. Cemiyetin birçok üyesi saldırıları planlamış oldukları gerekçesiyle tutuklanmış ancak ilerleyen süreçte bunlarda suçsuz bulunarak serbest bırakılmıştır. Dolayısıyla hükümet yaptırdığı yargılamalar sonucunda olayları planlamakla suçlayacağı herhangi bir grup bulamamıştır.
Yunanistan mahkemeleri ise olayların tetikleyicisi olan “Atatürk’ün evine bomba atılması olayı” nın faillerini bulmak için harekete geçmiş ve olayın failinin Konsoluk koruma görevlisi Hasan Uçar olduğunu iddia etmiştir.
Yunan adli makamlarına göre Uçar’ı bu olaya azmettirenler, Oktay Engin, Konsolos Mehmet Ali Balin ve Konsolos Yardımcısı Mehmet Ali Tekinalp’tir. Tekinalp’in bombaları Türkiye’den getirttiği Balin’in ise bombaları patlatma zamanını belirleyerek patlatma emrini verdiği kabul edilmiştir. Yunanistan uyruklu olan Hasan Uçar ve Oktay Engin Yunanistan’da ceza almışlar; diğer sahışlarla ilgili olarak yapılan tahkikat ise Diplomat olmaları ve Türk hükümetinin müracaatı üzerine durdurulmuştur.
6-7 Eylül Olaylarının sorumluları konusu 1960 Askeri Müdahalesinin ardından tekrar gündeme gelmiştir. Müdahalenin ardından kurulan Yüksek Adalet Divanında olayların demokrat parti iktidarının bir tertibi olduğu sonucuna varılmıştır.
Mahkemenin kanaatine göre demokrat parti eğer ki kendisi dışında herhangi bir grubun suçlu olduğunu bilseydi tüm imkanlarını kullanarak olayları aydınlatır ve konunun içinden tamamen sıyrılabilirdi.
Yüksek Adalet Divanı’nda Demokrat partinin suçlu olduğuna dair sıralanan deliller ise şu şekildedir:
- Zabıta kuvvetlerinin olaylara seyirci kalmış olması,
- Selanik’teki bomba olayının derhal halka duyurulması olayların radyo anonsuyla halk arasında hızla yayılması,
- Olaylarla ilgisi olduğu iddia edilen şahısların şahsen hükümet tarafından desteklenmesi içişleri Bakanı’nın istifa ettikten sonra yeniden hükümete girmesi sorumlu olduğu düşünülen emniyet müdürü Alaattin Eriş’in vali olması Kıbrıs Türk’tür cemiyeti başkanı Hikmet Bil’in Beyrut basın ataşesi atanması.
- Ayrıca mahkeme DP İktidarının meclis tahkikatını engellediğini belirtilerek suçsuz olsaydı bu tahkikatı engellemeyeceğini belirtmiştir.